Millî Eğitim Bakanı her değiştiğinde içimi bir heyecan ve umut kaplar ve kendi kendime sorarım "Acaba bu kez üzerimize serpilmiş ölü toprağını silkeleyebilecek ve yüz elli yıl önce giydirilmiş kefeni yırtabilecek miyiz?" diye. Yeni bakan değişikliği ile içimdeki heyecan ve umut yeniden yeşerdi. İnşallah bu kez kefeni yırtacağız.
Bu coğrafyanın insanını, mertçe savaşarak alt edemeyeceğini fark eden Batı, yaklaşık yüz elli yıl önce taktik değişikliğine gitti. Bu seferki taktik, cepheden değil içeriden saldırmaktı ve bunu da "eğitim"le yapmaya karar verdiler.
Jön Türklerin Avrupa'da eğitilmesi ile başlayan süreç Osmanlı Devleti'nde yabancı okulların açılmasıyla hızlandı. Batılılar bu işe o kadar önem verdiler ki sadece İstanbul'da değil Anadolu'nun en ücra köşelerinde bile okullar açtılar. Kısa sürede İngiltere başta olmak üzere Fransa, Almanya, İtalya gibi devletler ülkemizde okul açmayı hızlandırdı.
Amaç belliydi: Eğitim kılıfı altında; devletine, milletine, dinine düşman ve yabancı bireyler yetiştirmek.
Okullardaki eğitim ve müfredatı buna göre şekillendirdiler. Bu işte o kadar başarılı oldular ki, Sultan Abdülhamid'in eğitim hakkında rapor hazırlamakla görevlendirdiği Alman eğitimci, yapmış olduğu çalışmalar sonucu Sultan'a bir sayfalık rapor sundu. Önemli tespitlerle dolu olan bu raporun can alıcı cümlesi şuydu: "Bu okullarda mevcut müfredatla yetişen öğrenciler, gün gelir devleti yıkar."
Ve gün geldi bu cümlede söylenen gerçek oldu.
Jön Türkler, Genç Osmanlılar, İttihat ve Terakkiciler devleti yıktılar.
İşin vahametini bir düşünelim; devletin bekası için yetiştirildiği sanılan gençler devletin katili oluyorlar!
İşte bu kefen millete o gün giydirilmişti.
O gün bugündür bunu maalesef üzerimizde taşıyoruz.
Eğitime müdahale yoluyla devleti yıkabildiklerini gören Batılılar bu taktiklerinden vazgeçmediler. Ellerini eğitimimizin üzerinden hiç çekmediler. Buldukları her fırsatta ve değişik vesilelerle eğitime müdahale yoluyla bu milleti ve evlatlarını şekillendirmeye çalıştılar.
Kefen giydirip bu milleti eğitimle mezara gömdüler.
Meşhur bir söz vardır: Düştüğün kuyudan yine aynı deliği kullanarak çıkabilirsin.
Eğer üzerimizdeki ölü toprağını silkelemek ve kefeni yırtmak istiyorsak bu yine eğitim yoluyla olacaktır.
İşte bunun için her Milli Eğitim Bakanı değiştiğinde yeniden heyecanlanır ve ümitlenirim.
"İnşallah bu kez kefeni yırtabiliriz" diye sevinirim.
Bu sevincimiz şimdiye kadar kursağımızda kaldı.
Her gelen Millî Eğitim Bakanı kendisinden önceki sistemi suçlayarak yeni bir sistem oluşturmaya çalıştı.
Oysa eğitim yenilikten ziyade süreklilik ve istikrar ister. Uzun vadeli planlama ister. Azim ve kararlılık ister.
Bir önceki sistemi yıkıp atmak yerine aksayan yönlerini düzeltmek, güçlendirmek daha doğru seçimdir ama maalesef bu yapılmadı, yapılamadı.
Mesela, sınav sistemi o kadar çok değişti ki sınavların isimlerini bile unuttuk.
Gelinen nokta ortada...
Şimdi öyle bir sistem ortaya koymalıyız ki her gelen mevcudu söküp atmamalı. Bir önceki tecrübelerden yola çıkarak aksayan yönleri ıslah edilmeli ve sistem güçlendirilmeli.
Günlük veya yıllık planlarla değil en az on yıllık elli yıllık planlarla yola çıkmalıyız.
"Öğretimle" "eğitimi" lütfen karıştırmayalım. Müfredat gereği öğretilmesi gerekenleri verimli şekilde aktarabilmek için çocuklarımız, gençlerimiz akıllı tahtalar ve lüks dersliklerden dolu binalar içerisine alınıyorsa sözümüz yok. Ancak bunların yeterli olduğunu düşünmek büyük bir gaflet olacaktır.
"Eğitim" kavramının ağırlıkları var ve olması da lazım.
Eğitim deyince akan sular durur. A partisi veya B partisine, A bakanı veya B bakanına göre değişen değil; bu milleti ayağa kaldıracak, üzerindeki ölü toprağını silkeleyecek ve yüz elli yıllık kefeni yırtacak eğitim politikaları geliştirmeliyiz.
Bunun vakti geldi ve geçiyor...