Kestirmeden söyleyeyim: Orhan Karaveli, benim siyasi görüşlerini paylaştığım bir gazeteci değil...
Ağır bir Kemalist’tir.
Bütün iyi şeyleri Cumhuriyetin altın çağı olan 30’lı yıllara, kötü şeyleri de Cumhuriyet öncesine ya da çok partili parlamenter sistemin yürürlükte olduğu 50’li yıllara fatura etme alışkanlığında olan bir büyüğümüzdür.
Böylesiyle anlaşmak, ortak bir “vasat”ta buluşmak zordur.
Fakat Orhan Karaveli beni şaşırtan bir iş yaptı.
Gazeteci Ali Kemal’i yazdı.
Ne yalan söyleyeyim, kitabı önyargıyla, güncel “hain” tartışmalarının getirdiği bir buruklukla, biraz da çekinerek elime aldım.
Hani, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Atatürk’e karşı çıkanlar vatan hainidir” diyordu ya... Kılıçdaroğlu kavline göre uçak fabrikası açmış (bu uçak fabrikası nerededir, hangi uçakları imal etmiştir, bu uçaklar hangi fezada uçmuştur, burası muamma), yurdu demir ağlarla örmüş birine zinhar karşı çıkılamazdı, onun görüşleri eleştirilemezdi, “eserleri” teşrih masasına yatırılamazdı...
Gazeteci Ali Kemal de, Mustafa Kemal’e karşı çıkanlardan biriydi işte...
Başlıcasıydı hatta.
Karşı çıkmakla kalmamış, milli mücadele aleyhinde çok ağır yazılar yazmıştı başyazarı olduğu gazetede.
Ali Kemal, ayrıca bir “tanımlama öznesi”ydi...Yani kendilerine Kemalist ve devrimci diyen arkadaşlar, farklı düşünen gazetecileri “Ali Kemal” diye tanımlıyorlardı.
Cumhuriyet devrimlerini mi eleştireceksin... Ali Kemal’sin.
Niçin demokrasiye geçilmediğini mi sorgulayacaksın... Ali Kemal’sin.
CHP dışındaki partilere mi meyledeceksin...
Kafadan Ali Kemal’sin...
Mesela, “solcu” olduğunu ileri süren bir dergimiz, yakın zamana kadar, internet üzerinden “Yılın Ali Kemal’i”, yani “Yılın Haini” anketi düzenliyordu.
Mesaj şuydu elbette: “Biraz daha ileri giderseniz, sonunuz Ali Kemal gibi olur.”
Orhan Karaveli, kitabında, Cumhuriyet devrimcilerinin “müseccel hain” ilan ettikleri Ali Kemal’in öyküsünü anlatıyor ve “hain” olup olmadığını tartışmaya açıyor.
Hemen söyleyeyim:
Bir Kemalist’in kaleminden çıkabilecek en namuslu kitap.
Kitabı okuduğumuzda şunu öğreniyoruz.
Milli mücadeleye karşı yazılarıyla tanınana Ali Kemal, hıyanetinden değil, “vatanı koruma” refleksiyle karşı pozisyon almış... Kuva-yı Milliye’nin direniş çabalarının, “işgalcileri” daha da azdıracağına ve İstanbul’un (hatta bütün vatan topraklarının) “ilhak” tehlikesiyle karşı karşıya kalacağına inandırılmış.
Müseccel hain Ali Kemal’in, işgal günlerinde, hiçbir İngiliz’le temas etmediğini, Meclis-i Mebusan baskından sonra işgalciler aleyhinde zehir zemberek yazılar yazdığını, Sakarya’dan ve Afyon’dan “zafer” haberleri geldikçe soğukkanlılığını yitirerek “”İşte Türk’ün zaferi” gibilerden sevinç yazıları döşendiğini, yine Orhan Karaveli’nin kitabından öğreniyoruz.
Refet Paşa İstanbul’a girince, Ali Kemal yurdu terk etmedi.
Haklılığına (hain olmadığına) Ankara hükümetini inandıracağını düşünüyordu ve dostlarına “yargılanmaya” hazır olduğunu söylüyordu.
Beyoğlu’nda, bir berberde tıraş olurken sivil polisler tarafından kaçırıldı, İzmit’e götürüldü. Oradan trenle Ankara’ya yollanıp muhakeme edilecekti. Sakallı Nurettin Paşa marifetiyle, önceden “ayarlanmış” bir kalabalığın önüne atıldı ve linç edildi. Cesedi de “ibret-i alem” için bir ağaca asılsı.
Linç hadisesine en çok üzülenlerden biri de Mustafa Kemal’dir.
İsmet Paşa’nın da zehir zemberek açıklamaları vardır.
Siz en iyisi Orhan Karaveli’nin kitabını okuyun.
Daha doğrusu Kemalistler okusun.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun da okumasında yarar var
En azından, sorumlu bir siyasetçinin içinde “vatan haini” geçen cümleler kurmaması gerektiğini anlamasına yardımcı olur.