Bu krizleri niye yaşıyoruz?

Yeni kabineyi, küçük düzeltmelerle “Başkan ile uyum” içinde çalışacak bir oluşturulmuş bir ekip şeklinde değerlendirebiliriz. 

Yeni kabinenin önceliklerini de Başbakan Binali Yıldırım Paralel Yapı ile çok daha etkin mücadele ile üretim ve istihdama dayalı ekonomi olarak açıkladı, “Yatırımcının önüne turkuaz halı sereceğiz” dedi.

Ama bu kabinenin varlık sebebinin yeni anayasa olduğunu söyledi. Muhalefete “Ya gelin söz verdiğimiz gibi yeni anayasayı çıkaralım ya da biz ne yapacağımızı iyi biliyoruz” dedi. Biz Star ekibi olarak bunu, “Mutabakat yoksa sandık ufukta” şeklinde okuduk.

Dolayısıyla bir nevi başa dönüldü, Sayın Erdoğan’ı 10 Ağustos 2014’te halkın seçmesiyle başlayan ancak şimdiye kadar derin dondurucuda bekleyen sistem arızası masaya yatırıldı.

O halde bu konuya biraz daha esaslı yaklaşalım, bu günlere nasıl geldiğimize bir bakalım.

Bu arıza nasıl meydana geldi?

Parlamenter sistemimiz, 2007’de aldığı darbe ile tek gücü olan cumhurbaşkanlığı seçimini elinden kaçırdı ve ayakta gibi görünen ama kolonları kesilmiş apartmanlar gibi işlevsiz hale geldi.

İsterseniz 9 yıl önce yaşananları bir hatırlayalım.

26 Aralık 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Sabih Kanadoğlu imzasıyla yayınlanan “367 şartı sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısıdır” mealindeki yazı, Necdet Sezer’den sonra Köşk’e AK Partili bir ismin çıkmasını engellemeye yönelik bir hukuk darbesiydi.

Nitekim Abdullah Gül, AK Parti adına aday oldu ve 27 Nisan’daki ilk tur oylamada 357 oy aldı. Bu teşebbüsü engellemek için daha aynı gün yeni darbeler peşpeşe geldi. CHP oylamadan hemen sonra Anayasa Mahkemesi’ne giderek “367 darbesinin devamını getirin” dedi. Yine o gece, ordu dijital çağın imkanlarını kullanarak tankları yerinden oynatmadan Genelkurmay’ın internet sitesinden muhtıra verdi ve “Aklınızdan bile geçirmeyin, başörtüsünün Köşk’e çıkmasına engel olmada ben de tarafım” dedi.

Bitmedi, Anayasa Mahkemesi hemen toplanarak Cumhuriyet’in başlattığı ‘yargısal darbe’ teşebbüsünü onayladı.

Sanki düşman işgaline direniyorlar!

Şu telaşa bakar mısınız? Sanki ülke düşman işgaline uğramış, asker, yargı ve medya teyakkuza geçerek işgali (!) önlemiş; Gül engellenmişti!..

Halkın iradesine barikat kuran 367 ucubesini ortadan kaldıran ve cumhurbaşkanını halkın seçmesini sağlayan Anayasa değişiklikleri Meclis’te 376 oyla kabul edildi. Bu sefer de aslında Çankaya’da ‘işgalci’ durumunda olan Necdet Sezer veto etti.

Tekrar görüşülüp kabul edilmesi üzerine mecburen imzaladı ama bu sefer de hem referanduma, hem Anayasa Mahkemesi’ne götürdü.

Nihayet 21 Ekim’de halk bu trajediye son verdi ve cumhurbaşkanını halkın seçmesi teklifini yüzde 68’lik bir kararlılıkla kabul etti.

Demek ki neymiş?..

Son yıllarda ülke olarak vaktimizi çalan, enerjimizi alan sistem arızası meğer kimin eseriymiş?

Asıl sorumlu, 2007’de başörtüsü yüzünden dört koldan saldırıp parlamentoyu kilitleyenlermiş.

Bugün, “Parlamenter sistemi bizim kanımızı akıtmadan kimse yıkamaz” diyenler, 2007’de bu sistemin kanına girdiler.

O halde...

Yeni anayasa ve yeni yönetim sistemi bir tercih değil, ülkeyi 2007’de soktukları krizden çıkarmak için gerekli bir zarurettir.

Aslında bunu, onlar da çok iyi biliyor ve bugün “Kendim ettim, kendim buldum” türküsü söylüyorlar.

Artık parlamenter sisteme dönmenin tek yolu, cumhurbaşkanı seçme hakkını halktan alıp tekrar parlamentoya vermektir.

Var mı aranızda böyle bir yiğit?..