Eskişehir’i yazmalıyım... Odunpazarı Belediyesi’nin bence “çılgın proje” tanımlamasını hak eden restorasyon çalışmalarını...
Ama önce küçük bir işim var...
Kendisini “liberal” olarak pazarlayan arkadaşların gazetesi, taciz uygulamasına devam ediyor... Orhan Miroğlu’na yaptıklarının bir benzerini, tanrı yazarla tartışma cüretinde bulunan (tartışma cüretinde bulunan ve “o iş senin bildiğin gibi değil” diyen) Yıldıray Oğur’a yapmaya başladılar.
Miroğlu’nu birinci sayfadan ketmederek, yazılarının vuruş sayısını düşürerek, “işten atarız ha” diye tehdit ederek yıldırmış, işinden soğutmuşlardı.
Yıldıray’ın üzerine de “küçük tetikçilerini” salıyorlar...
Belli ki “reisleri” (yani tanrı yazar), “Seni biz yazar yaptık” demeye getiren yazısına aldığı okkalı cevabın altından kalkamamış.
Bakalım, “Eleştirel gazetecilikle, muhalif gazeteciliğin farklı olduğunu” yazan (yazan ve esaslı bir gazetecilik dersi veren) Alper Görmüş’e ne yapacaklar?
Hasretle bekliyoruz...
Bir şey daha...
Yıldıray Oğur’u “seni biz yazar yaptık” kolpasıyla borçlandıran tanrı yazar, bir yazısında “yumuşak eleştiri-sert eleştiri” mugalatası yapıyordu. Sanki problem, eleştirinin yumuşaklığı ya da sertliğiymiş gibi...
Bir gazeteci sert eleştiri yapabilir...
Muhalif bir duruş da sergileyebilir...
Bu anlaşılabilir, tolere edilebilir, hatta desteklenebilir bir durumdur.
Bizimki sert eleştiri yapmıyor...
Küfrediyor.
Birine “sefil”, “zavallı”, “kof kabadayı”, “garson yamağı” diye saydırırsanız ve üstelik bunu kendiniz için bir “hak” sayarsanız (hangi yumuşatıcı ve sertleştirici sözcüklere başvurursanız başvurun), “sert eleştiri” değil, “terbiyesizlik” yapmış olursunuz.
Yani, sert eleştiri başka şeydir, terbiyesizlik başka şey...
Bir şey daha:
Altından kalkamadığı durumlarla karşılaştığında küçük tetikçisini devreye sokan tanrı yazar, sık sık dini konulara giriyor; dindarlıkla, Müslümanlıkla ilgili yazılar yazıyor.
Ama her şeyi birbirine karıştırıyor.
Mesela, “dindar” demesi gerekirken “Müslüman” diyor...
Müslümanlığın bir aidiyet olduğunu ve ille de dindarlığı içermesi gerektiğini bilmediği gibi, “hacı” “hoca”, “mü’min” kavramlarının neye istinat ettiğini de bilmiyor.
Dahası, Kürtlere yönelik devlet baskısını, “Müslüman baskısı” sanıyor.
Müslümanlık nedir, Kürt kimdir ve hangi dine mensuptur?
Bu basit “temel bilgileri” bile bilmiyor...
Daha da kötüsü, anakronik laikler gibi, artık içinde “dinci” sözcüğü geçen yazılar yazıyor ve hiç utanmıyor.
Eskişehir diyordum...
Bir toplantı vesilesiyle, Yusuf Ziya Cömert, Nasuhi Güngör ve Nuh Yılmaz’la birlikte Eskişehir’deydik. Suriye’deki iç savaşı konuştuk.
Daha da önemlisi, Eskişehir’i, Odunpazarı’nı gezdik.
Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı’nın yaptıklarını bir köşe yazısının münderecatı içinde değerlendirmek zor. Gidip yerinde görmek lazım... Yolunuz Eskişehir’e düşerse, mutlaka Odunpazarı’na gidin ve bir şehrin yeniden dirilişini görün.
Eskişehir, bazıları için birçok şeydir ama bizim için aynı zamanda Atasoy Müftüoğlu ve Hüseyin Atlansoy’dur... Gitmişken, Atasoy ağabeyi gördük ve duasını aldık...
Bitirmeden önce, Hüseyin Atlansoy’un henüz tamamlanmamış “Köşk” şiirinden haber vereyim... Ki, “İntihar İlacı” şairinin dönüşünü müjdeleyen son derece sağlam bir şiir...