Bu meydanları kim dolduruyor?

17 Aralık sürecinin en şaşırtıcı gelişmesi kesinlikle meydanlarda yaşanıyor.

Diğer partilerden insanlar da evet, eskiye oranla çok daha keskin bir inançla toplanıyorlar meydanlarda. Lakin oradaki yekun, toplumun nabzını tutan kamuoyu araştırmalarında bir türlü ölçülemiyor.

Sivil iktidar görülmemiş şiddette ve yaygınlıkta bir saldırı altındayken, suç örgütü halini almış bir yapı siyasi şantaj için insanların mahremlerini dahi kaydedip sağa sola servis etmişken ve ülkenin muhalefet partileri siyasi ahlakı bir yana bırakıp bu kirli mühimmata dört elle sarılmışken, oy oranları ne diye değişmiyor peki AK Parti’nin?

Hatta oyunu artıyor ve yerel seçimler için dudak uçuklatan 45+ bandına çıkabiliyor?

Ortalıkta bu kadar iddia varken, tapeler havada uçuşurken üstelik. 

Benim analizim şöyle:

İnsanlar meydanlara koşuyor çünkü asıl yolsuzluğun seçip yetkilendirdiği meşru hükümete yani kendi iradesine karşı olduğunu düşünüyor.

Bir iki ufak değişikliğe, değişen aktörlere, oyuncu kostümlerine rağmen senaryonun bildik bayat senaryo olduğunu anlıyor ve burun kıvırıyor.

Bu tür operasyonlarla daha önce de defalarca hükümet indirildiğini ya da etkisizleştirildiğini, iradesini teslim ettiği siyasetçilerin vesayetçilerin elinde oyuncak olduğunu gayet iyi hatırlıyor.

İlk kez buna pabuç bırakmayan bir parti çıkmış karşısına; onu yalnız bırakmak istemiyor.

Geçmişte halkın iradesini çöpe atıp vesayetçilere boyun eğenleri ilk seçimde partiler çöplüğüne göndermenin sağlam bilgisi ve gücüyle sesleniyor Başbakan Erdoğan’a: Sakın eğilme!

Erdoğan’ın şahsında AK Parti’ye, AK Parti’nin şahsında Türkiye’ye büyük bir saldırı olduğuna inandığı için etrafında kenetleniyor ve meydan okuyor: Ben buradayken ona dokunamazsın!

Eşofmanla başbakan karşılayan medya patronlarından, doktorundan çalınmış çıplak fotoğraflarla ülkenin ilk kadın başbakanına şantaj yapan sicili bozuk gazetecilerden, kendilerini yok sayan toplum mühendislerinden zaten nefret ediyordu, ediyor. Şimdi onlara eklenen, dost görünüp yezid, firavun bunlar, keşke ölseler diye beddua edenlere “hadi oradan” diyor.

Tek parti zulmü ve Türkçe ezan utancı kolektif hafızada hala canlı. Menderes’i bu vahşi çarka kaptırmanın yarası kapanmış değil.

İpte sallanan Menderes fotoğrafı zihinlerden silinmiş, travma atlatılmış değilken sosyalist görünümlü faşistlerin Erdoğan’ın idamından bahsedebilme cüretini cevapsız bırakmak istemiyorlar.  

Darbeyi ve Menderes’in idamını meşru ve makul gösterebilmek için ortaya atılan iddiaları bir kez daha kakalamaya kalktılar diye düşünüyorlar. Bugünkülerin dünkü suçlamalardan (yolsuzluk yapmak, gençleri kıyma makinesinden geçirip asfaltlara dökmek, kasasına kadın çamaşırı saklamak vb.) farksız buluyorlar.

Bir yolsuzluk varsa da hesabını ben sorarım, AK Parti’yi göndereceksem ben gönderirim diyor ve “aa kuşa bak”çıların siyasi emellerine alet olmak istemiyorlar.

Öncelikleri farklı: Asıl büyük sorun, negatif bir duygu-siyasi tepki geliştirelim diye vizyona sokulan “hırsız var” filmindeki görüntüler değil. Bu filmi çekip yayınlayan kirli el/ gizli güç. Ben bu prodüksiyon şirketinin sicilini, niyetini sorgularım kardeşim diyorlar.

Türkiye’nin etrafında olup bitenleri çok doğru okuyorlar. Bir yanımız yangın yerine, kan çanağına dönmüşken, diğer yanımızda iflas eden devletler memur maaşlarını dahi ödeyemezken bin bir güçlükle de olsa Türkiye’de ekonomik ve siyasi istikrarın tesis edildiğini, yaşananların bunlardan bağımsız olmadığını görüyor ve bu kıymetli kazancı, kifayetsiz vesayetçilerin oyunlarına heba etmek istemiyorlar.

Şehirleşmiş, çevreden merkeze yürüyüşünü tamamlamış, talepleri artıp çeşitlenmiş olsa da toplumun temel talebi aynı: Çocuklarına kendi hayatlarından daha iyi bir hayat sunabilmek.

Bunu vaat eden ve somut bir icraat geçmişi olan partiyi bulmuşken ve üstelik siyasi rakiplerinin hiçbirinin bu taraklarda bezi olmadığı görülüyorken geleceklerini riske etmek istemiyorlar.