Bu rezillerle aynı havayı soluyoruz

Dün basın bayramıydı... Star ve 24 medya kuruluşuna “zaman ayarlı”  bomba konuldu. 

Zamanında müdahale edilmeseydi, büyük bir facia yaşanabilirdi

Medya kuruluşlarını terör örgütlerine hedef gösteren Selahattin Demirtaş’tan beklemiyoruz ama meslek kuruluşları ve gazeteler olayı kınayan, yapılan saldırının “basın özgürlüğüne yönelik” olduğunu bildiren açıklamalar yayınlayabilirdi.

Sustular.

105 sene önceki Abdülhamit sansürüne takılmış ve her yıl bozuk plak gibi aynı lafları tekrarlayan arkadaşlar, dün sabah meydana gelen olayı görmediler bile...

Çünkü bakmadılar.

Saldırı amacına ulaşsaydı, kayıplar verseydik, onu da görmeyeceklerdi.

Onların tek mesaisi var: Yalancılara “basın özgürlüğü ödülü” vermek.

En son, “Gezi Parkı yalancısı” ve “gönüllü paralel” Can Dündar’ı ödüllendirdiler.

Suskunlar arasında, teröre mazeret üreten Doğan Medya Grubu da var. Hadiseyi, yasak savar gibi, kuru habercilik diliyle geçiştirdiler. 

Tehdit altında yaşıyoruz, tamam da...

Bu rezillerle de aynı havayı soluyoruz!

Ertuğrul’un şeref durumu

ugünlerde Ahmet Haşim’i yeniden okumanın tam zamanı... Haşim, bir yazısında, Türk aydınına ve yazarına musallat olan “hakaret” alışkanlığını nefis bir üslupla teşhis ediyordu.

İsterseniz o bölümü aynen aktarayım: 

“Düşünüş ayrılığından dolayı hakaret, öteden beri bizde kullanılan aşınmış bir silahtır ki, şerefsiz bir miras halinde aynı cinsten kalem sahipleri arasında banttan banta intikal eder. Onun için hiçbir edebi nesil bu tarz münakaşaları tanımamış olmakla iftihar edemez.

Hele, ilim ve edep sahalarında nekre ve muskara, gâh âlim, gâh münekkit, gâh sanatkâr kılığında merkebini serbestçe koşturabildiğinden beri, fikir alışverişinde artık insani âdâba riayet edildiğini görmeyi ümit etmek çocukça bir safvet olur.”

Evet Ahmet Haşim son derece haklı.

Hakaret bizim aydın ve yazarlarımıza, eski kuşaklardan kalmış “şerefsiz bir mirastır.”

Bu geleneğin mirasyedileri halen aramızda bir külhanbeyi gibi dolaşmakta ve gelene geçene omuz atmaya devam etmektedir.

Bizim mahallemiz ne yazık ki, bu ağzı pis külhanbeylerinin istilası altındadır.

Bildikleri tek dil küfür ve hakarettir.

Bütün zihni melekelerini, küfür vokabülerini zenginleştirecek yeni kurumlar icat etmeye harcarlar.

Bu üslubu bir zekâ kıvraklığı ve edebi tarz olarak yutturmaya çalışırlar.

Ne yazık ki bazı insanlara da yuttururlar.

***

Etrafınıza bakın.

Herhangi bir gazetenin sayfalarını karıştırın.

Onlardan birine mutlaka rastlayacaksınız.

Ona buna hakaret eden, aşağılayıcı sıfatlar, lakaplar takan, hatta alenen küfreden yazarları mutlaka göreceksiniz.

Şahsi takıntılarını, kin ve garezlerini güya edebi bir hakaret ambalajı içinde pazarlayan bu yeni ticaret erbabının tezgâhı önünden mutlaka geçeceksiniz.

Çünkü basındaki sayıları hâlâ hayli kabarık...

Çünkü bunların bir kısmı, gazetecilik okullarının isyankâr dimağları gözünde hâlâ başarılı bir rol modeli...

Çünkü bu “şerefsiz miras” çok büyük...

Çünkü bu ülkede şahsi kin ve garez hâlâ bazı insanlara “muhalefet” olarak yutturuluyor.

Ben artık bu ‘şerefsiz mirası’ reddetme zamanının geldiğine inanıyorum.

***

Diyeceksiniz ki, “DAİŞ ve PKK bombalarıyla uğraşırken bu yazı da nerden çıktı?”

Bir yerden çıkmadı.

Zaten vardı.

Ayrıca, ben yazmadım.

Hazır yazılmış bir yazıyı “huzurlarınıza” getirdim.

Yazının müellifi, Hürriyet gazetesinin “düşük” genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök... Yazının yayınlanma tarihi ise, 24 Eylül 2004.

Hürriyet gazetesini bileceksiniz: “IŞİD sempatizanlarının öldürülebileceğine” cevaz veren, savcı katleden terör örgütüne “çiçek çocuklar” muamelesi yapan, PKK eylemlerini “serinkanlı bir hoşgörüyle” karşılayan, meslektaşlarına yönelik bombalı saldırıyı kuru habercilik diliyle geçiştiren bir gazete...

Ki, bol sayıda küfürbaz yazar, tetikçi ve “garson” istihdam ediyor. Bu garsonlardan biri, en son, İran kökenli bir iş adamına “Alçak, sahtekâr, hırsız, şerefsiz” derken yakalanmıştı.

11 yıl önce kaleme aldığı yazıda meslektaşlarının “şeref durumunu” sorgulayan Ertuğrul Özkök’e, Hürriyet’in dünkü nüshasında yayımlanan ve ancak “şerefsizlikle” açıklanabilecek yazısını hatırlatmak istiyorum.

Belki utanır...