Bu savcı çok şakacı!

Başbakan’ı ve Hakan Fidan’ı dinlemekle suçlanan “Selam-Tevhid Terör Örgütü” savcısı açıklama yapmış. 

İddiaların külliyen yalan olduğunu söylüyor...

Başbakan’ı ve Fidan’ı dinletmemiş.

Ne olmuş?

İran ajanlarının (İran ajanlarından biri de eski AK Parti Milletvekili Faruk Koca oluyor) izini sürerken, ikilinin konuşmalarına “istemeden” muttali olmuş. Yani, Erdoğan ve Fidan “dinlemeye takılmış...”

Bu ayrımı kendisi koyuyor: “Dinlemeye takılmakla, dinlemeye alınmak farklı şeyler...”

Uzatmayalım... Kendisi anlatsın: “Bir internet sitesinde Sayın. Başbakan’ın danışmanının telefonuyla yaptığı görüşmenin dinlendiği belirtilmiş. Eğer haber doğruysa burada olay bellidir. Demek ki ilgili danışman hakkında dinleme kararı alınmış. Sayın Başbakan da bu telefonu kullanınca görüşme dosyaya girmiştir. Sayın Başbakan’ın söz konusu telefon görüşmesi için izlenecek yolda, biraz önce izah ettiğim usul (görüşme içeriklerinde herhangi bir suç unsuru tespit edilmemişsi, dinlememenin ve ses kayıtlarının ayıklanması ve imha edilerek tutanağa bağlanması yöntemi) izlenir. Sayın Başbakan, bakanlar ve MİT Müsteşarı mahkeme kararıyla dinlenmemiştir. Varsa çıkarın belgeleri, hodri meydan... Karşınızda  paçavradan hukukçular yok. Dinlemeye takılmayı, bize dinleme diye yutturamazsınız...”

Savcı, meydan okuyuşunun hemen arkasından, “Bir suç varsa...” diye ekliyor ve sorumluluğu, kendisinden sonra dosyayı yürüten savcıya yüklüyor.

Şöyle diyor: “Burada suç oluşturacak tek eylem, suç unsuru içermeyen dinleme kayıtlarının imha edilmeyip dosyada bırakılmasıdır.”

Demek istiyor ki, “Ben yapmadım, öteki savcı yaptı...”

Kim yaptıysa yaptı...

İmha edilmesi gerekli mahut dinleme kayıtları internet mecralarında dolaştırıldı mı, dolaştırılmadı mı? (Bir de “sızdırma” suçu işlendi.)

Bu kayıtlar üzerinden bir algı operasyonu yürütüldü mü, yürütülmedi mi?

Başta Erdoğan ve Fidan olmak üzere, birçok bakan ve milletvekili “İran ajanı” ilan edildi mi edilmedi mi?

Elde edilen içerikler, cemaate yakın yayın organları tarafından tepe tepe kullanıldı mı, kullanılmadı mı?

Maksat hasıl olduktan sonra, kayıtlar imha edilse ne olur, imha edilmese ne olur?

Savcımız şakacı biri olmalı...

Mütemadiyen “Acem tehlikesinden” söz ediyor.

Bunlar (yani Acem uşakları) ülkemizde çok etkiliymişler. Her tarafı kuşatmışlar. Başbakanı bile etkisi altına almışlar. Hatta, istihbarat teşkilatını bile ele geçirmişler.

Savcımız, dosyadan el çektirilmesini bu etkiye bağlıyor:

Tam İran ajanlarını kuyruğundan yakalayacakken, hükümet “Emniyet’e operasyon” için düğmeye basmış.

İçimizdeki ajanlar öyle böyle ajanlar değilmiş.

Çok tehlikeliymişler.

Muammer Aksoy’u, Bahriye Üçok’u, Uğur Mumcu’yu, Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürmüşler.

Devletin gizli bilgilerini kaçırmışlar...

Suikastler hazırlamışlar...

Kim bilir bundan sonrası için ne melanet tezgâhlıyorlardı!

Bu şakacı savcıya şunları söylemek isterim:

İran ajanlarının “Osmanlı devletinin son yıllarından başlayarak” sistematik bir biçimde içimize sızdıklarını ileri sürüyorsunuz.

Önce bir İran haritası edinin.

Sonra, herhangi bir ansiklopedide, karşılaştırmalı olarak, İran ve Türkiye maddelerini okuyun. Mezhepler bahsine bir göz atın... İki tarafta da, mezhep asabiyetinin ne kadar “belirleyici” olduğunu ve karşılıklı etkileşimin asla söz konusu olamayacağını görün.

Sonra da “sonuç”tan yola çıkarak, “İran ajanı” dediklerinizin durumunu gözden geçirin... “Acem kuşatması”nın aktörleri olarak suçladığınız Erdoğan, Davutoğlu ve Fidan döneminde ilişkiler daha da kötüye gitmiş... İran’la düşman olmuşuz.

Demek ki bu ajanlar, İran’a değil, Türkiye’ye çalışıyorlarmış...

Bundan da en çok “güneydeki sevilen ülke” istifade ediyormuş.

Bir şey daha:

Doğru dürüst bir soruşturma yapmak istiyorsanız, 28 Şubat’ın argümanlarını bırakın, “gerçekler” üzerinden hareket edin.

Çevik Bir’in başaramadığını siz mi başaracaksınız!