Bu sorumsuzlarla mı koalisyon kuracaksınız?

Türkiye koalisyon işini beceremiyor... Bu denendi, görüldü, tescil edildi. 

İsmet Paşa, olanca haşmeti ve 27 Mayıs’çıların bahşettiği “haklılığı”yla (!) kalkıştı işe, “toplumsal uzlaşma” adına ezeli ve ebedi rakibiyle bir koalisyon hükümeti kurdu; bir anlamda Başbakanlığa tamah etti.

Bir “fiske”yle devrildi.

Başlangıçta iyi niyetli bir görüntü vermişti. “Geniş temsil” filan gibi laflar ediyordu. Ama Yassıada mağdurlarına yönelik sert ve katı tutumu, zaten var olmayan “iyi niyeti” konusunda kuşkular uyandırdı. İşini bitirdiler...

Üstelik başarısızdı.

Enflasyonu indiremedi.

DP’nin başlattığı yatırımları sonuçlandıramadı.

İşsizliği önleyemedi.

Kardeş kavgasına son veremedi.

Dahası, 61 anayasasının kurumsallaştırdığı vesayeti, daha da “kurumsal” hale getirdi.

Kısacası, başarısızdı.

Sayılabilirse, tek başarısı, Aydemir darbesini püskürtmüş olmasıydı... Ki, bunu da İsmet Paşa’nın başarı hanesine yazamıyoruz. Çünkü, “karşıt fraksiyon” daha güçlüydü Talat Aydemir’i bastırarak kendi namusunu (yani, yaptığı kaçak anayasanın) namusunu kurtardı

Demirel de başaramadı.

Denilebilirse, yüzüne gözüne bulaştırdı. 

Çünkü “uzlaşma”ya değil, “cepheleşmeye” dayalı bir koalisyon hükümeti kurdu; ismini de, cephe siyasetinden mülhem, “Milliyetçi Cephe Hükümeti” koydu. Bir süre sonra, bunun ikincisini deneyecek, başarısızlıklarına “başarısızlık” ekleyecektir.

İsmet Paşa’nın ve Demirel’in başaramadığını, yeteneği ve kavrayışı sınırlı Ecevit mi başaracaktı?

Denedi...

Daha doğrusu, görevden kaçmadı.

Çünkü seçmen (Babıali kaşarı ağzıyla söylersek), “koalisyon” dedi. Ecevit, gerçekten de, “toplumsal uzlaşma” fikriyatına dayalı bir hükümet kurdu. Bağrına taş basarak, Erbakan’ın MSP’siyle ortak oldu.

Temel ayrışma noktaları “Laiklik” ve “Kemalizm” olan iki partinin uzlaşması, siyaseten dışlanmış kesimlerin sisteme katılması açısından elbette olumlu bir gelişmeydi.

Olgunluktu...

Hatta “devrim”di...

Fakat bu hükümetin ömrü de uzun olmadı.

Hasbelkader Başbakanlığı yakalamış Ecevit bırakıp kaçtı... Yani, koalisyonu dağıttı. Herhangi bir gerekçe ileri sürmedi. Erken bir seçimle, hükümeti tek başına kuracak çoğunluğa ulaşacağını düşünüyordu. “Kıbrıs fatihi” unvanıyla seçime girdi. Kaybetti. Hükümeti kurma önceliğini “milliyetçi cephe”ye kaptırdı. (Sonradan girdiği Güneş Motel pazarlıkları siyaset adına tam bir “rezalet”tir. Başbakanlığı yeniden yakalayacaktır ama Türkiye’yi de darbe ortamına sürükleyecektir.)

Hülasa, olmuyor...

Türkiye koalisyon işini beceremiyor...

Demirel’in üçüncü dönemini (SHP’yle kurduğu koalisyon hükümetini) hatırlayalım... (Kamuoyunun “93 müdahalesi” olarak bildiği kapalı darbenin temelleri bu dönemde atılmıştır... Özal’ın kuşkulu ölümü, Uğur Mumcu suikasti, Madımak olayı, Gazi mahallesi provokasyonu, kuşkulu trafik kazaları, Eşref Bitlis’in “temize havale” edilmesi, 33 askerimizin öldürülmesi, şehirlerde patlayan PKK bombaları bu dönemin eseridir...) Mesut Yılmaz’lı, Tansu Çiller’li, Necmettin Erbakan’lı, Bülent Ecevit’li nafile koalisyon denemeleri hatırlayalım... Yazar kasa eylemlerini hatırlayalım... Anayasa kitapçığı olayını hatırlayalım. 2001 krizini hatırlayalım...

Koalisyon iyi bir fikir değil ama madem seçmen “koalisyon” dedi, ister istemez bir deneme yapılacak. Yapılmalı.

Dün başlayan koalisyon turları, hangi partnerleri öne çıkaracak?

Daha doğrusu, AK Parti’nin ortağı kim olacak?

MHP’yle zor...

Bir açlıktan gelen ve “ne olursa olsun hükümete girmeliyim” diyen, bir taraftan da pazarlık şansını artırmak için çıtayı yüksek tutan CHP bir adım önde görünüyor ama bir dediği bir dediğini tutmayan, bugün söylediğini yarın inkâr eden, sürekli “fikir ve tıynet” değiştiren Kemal Kılıçdaroğlu’yla bu iş zor görünüyor.

Başbakan Davutoğlu, ülke hükümetsiz kalmasın diye, “kaybetmek” pahasına, bütün samimiyetiyle didiniyor... Ama partnerlerde o sorumluluğun zerresi yok.

Biri “Hadi cnm inş” şeklinde terbiyesizce mesajlar atıyor.

Biri “Hükümeti kurma görevi verilirse, Beştepe’ye çıkmam” diyor.

Biri de “fanus” diye geveliyor.

Bu adamlarla mı koalisyon kuracaksınız?