Bu suça ortak olmayacağım!

Çözüm süreci, Nevruz 2013’te önce Öcalan sonra Kandil “silahlı mücadele dönemi bitti, PKK silah bırakmak hedefiyle Türkiye dışına çıkacak” dediği, bunu dünyanın şahitliğinde ilan ettiği için başladı. 

Toplum yüzde 80’lere varan oranda bunun için destekledi Çözüm sürecini. Türkiye’nin tüm sorunlarını konuşarak, sivil siyaset eliyle çözebileceğine ben de inandım, bunun için çabaladım samimiyetle. 

Silahlı-külahlı Kürt siyasi hareketinin insan öldürerek siyaset yapma ilkelliğinden artık utandığını ve meşru yolları kullanmayı isteyecek kadar demokratik olgunluğa ulaştığına inanmak istedim. 

PKK’ya değil, Çözüm sürecine güvendim.

Gayet de gerçekçiydim. Çözümün hiç kolay olmadığını görüyor ama başarmak zorunda olduğumuzu da biliyordum.

Çözüm; sürekli değişen çok aktörlü ve çok faktörlü bir denklemi denkleştirebilmek demekti.

Bir asırlık bir siyasi bagaj... Kötü hatıralarla yüklü hafızalar... Derin travmalar... Hassasiyetler... Her on yılda bir boyut değiştirerek daha da oylumlu hale gelen bir büyük mesele. Ve bir terör örgütü...

Meselenin ne olduğu, hangi zamanlamayla ve nasıl çözüleceği konusunda ülkenin doğusu ve batısı arasındaki fark. Çözüm imkânını ve umudunu farklı uçlardan çekiştirip yıpratmaya çalışan çevreler. Küçük siyasi hesapları için ülkenin geleceğini ve umudu heba eden siyasi partiler.

Meseleyi ve sivil çözümü hem kendi tabanlarına, hem genel kamuoyuna tatlı ve yapıcı bir dille anlatma sorumlulukları varken, tabanlarının daha da radikalleşmesi, PKK’nın el yükseltmesi, toplumun süreçten şüpheye düşmesi için elinden geleni ardına koymayan HDP’li siyasetçiler. YDGH neden kuruldu, çocukların silahlandırılmasına, dağa götürülmesine neden izin veriyorsunuz, sorunuza yandaştan başka cevap veremeyen HDP’liler.

Kandil yabancı istihbarat örgütlerince sıkça ziyaret edilir olduğunda işler iyice değişmeye başladı. PKK sınır dışına çıkışı durdurdu “süreci bitiririm ha” diye tehdide başladı, HDP’liler de gerçekleri çarpıtmaya. Yaptıkları basit bir indirgemecilikti:

Çözüm Erdoğan’ın iki dudağı arasındaydı ve Tayyip sırf gaddarlığından, çözmüyordu!

Sebep sonra anlaşıldı. Sebep, yüzyıl önce Sykes Picot’la bölge haritasını yırtıp Kürtleri dörde bölen “emperyalistlere” hazır asker yazılmışlar, cellatlarına aşık olmuşlardı.

“Barış”, “demokrasi”, hak ve özgürlükler” gibi meşru kavramların kalkan olarak kullanıldığı, arkada ise yönetimlerin, haritaların, ülke menfaatlerinin yer değiştirdiği yeni bir tür savaş yürütülüyor.

Nitekim 2013 Haziran’ında Türkiye’de Gezi oldu, Temmuz’da Mısır’da askeri darbe.

Kırım Ukrayna’dan koptu, hop Rusya toprağı oldu.

Arap baharı kışa döndü. Suriye iç savaşa sokuldu, İran Ortadoğu’da yayıldı, radikalleştirilen Sünni Araplar, beyaz tenli-mavi gözlü yabancı psikopatlarla desteklenerek DAEŞ adlı terör örgütü yaratıldı. 

Bu esnada Türkiye’de “Diktatör Erdoğan” diyenlerle “Yezid” diyenler yani PKK ile FETÖ ittifak yapmışCHP ve MHP Paralelin kontrolüne geçmiş, marjinal sol DHKPC ve MLKP gibi tetikçiler de gün yüzü görmüştü. Bu destek sayesinde KCK ateşkesi bitirmeye cesaret etti. 

1128 akademisyenin yaptığının tek farkı; sivil görünümlü tetikçi olmaları.

Erdoğan hedef alınsa düşürmek istedikleri Türkiye aslında.

KCK başkanı Cemil Bayık 27 Aralık 2015 günü Le Monde’a verdiği röportajda saklamıyor zaten. Aynen şunu söylüyor: “Silahlı mücadeleyi bitirmek için hiçbir neden yok. Aksine gelecek aylarda iç savaş ağırlaşacak. Türkiye’deki Kürt kentlerine ek savaşçı göndereceğiz. Türkiye’nin içinden ve dışından gelen başka örgütlerle birlikte devrimci direniş cephesinin kuruluşunu ilan edeceğiz. Adını veremeyeceğim bu örgütler Erdoğan rejimine karşı bizimle aynı mücadeleyi yürütecekler”.

Düşünmek lazım. PKK, DAEŞ, FETÖ, DHKPC, MLKP aynı anda aynı amaçla saldırıyorken Türkiye’ye, güzellik yarışması finalisti gibi “barış, barış” deyince barış oluyor mu?  

Hayır! Ben bu suça -suç değilse de günaha, ortak olmayacağım.