Bu telaş niye? (Orantısızlık)

Muhalefet partilerinde anlaşılması benim için imkansız bir telaş hüküm sürüyor.

 

Türkiye yakın tarihinin muhtemelen en kritik dönemeçlerinden birini geride bırakmaya çalışıyor.

Kökleri çok daha eskilere uzanan ama sıcak çatışma tarihi bile otuz seneye yaklaşan bir pis savaşın alternatifi aranıyor, doğrusuyla, yanlışıyla, artısıyla, eksisiyle bir barış süreci var önümüzde.

Bu süreci iktidar partisi götürüyor, taşıyor ise, muhalefet partilerinin, sivil toplum muhalefetinin bu sürece gözü kapalı destek vermesi beklenemez, mutlaka eleştirilecek konular bulunabilir, bulunmalıdır da, vardır da, muhalefetin asli işidir bu.

Ancak, muhalefet partilerinin ve sivil toplum muhalefetinin içinden geçmeye çalıştığımız sürece ilişkin eleştirilerinin dozu ve üslubu ile sürecin kendisi arasında bir orantısızlık vardır ve bendenizin açıklamakta zorlandığım konu da budur.

Sürecin, atılan adımların hukuksal altyapısının hazırlanmadığı söylenebilir.

Barış sürecinde saydamlık eksikliği öne sürülebilir; otuz senedir dağdan indirilemeyen PKK’nın nasıl bir anayasal, yasal sepet karşılığında sınırlar dışına çıkmayı kabul ettiğinin açıklanması istenebilir.

Çözüm süreci ile anayasa yapım sürecinin, daha da önemlisi başkanlık sistemine geçiş projesinin örtüşmesi sorgulanabilir, eleştirilebilir.

Daha da yapısal eleştirileri getirilebilir, Anayasanın 66. Maddesinde kristalize olan anlayışın yerine daha hukuki, daha anayasal bir vatandaşlık tanımı getirilmesi istenmeyebilir.

Atatürk milliyetçiliği kavramında kristalize olan vatandaşlık tanımında ısrarlı olunabilir.

Abdullah Öcalan’ın isminin bu kadar ön plana çıkması eleştirilebilir.

Nefret söylemini ön plana çıkaran bir gazetenin temsilcisinin akil adamlar arasında ne aradığı sorulabilir.

Küresel dinamiklerin bu süreçteki fonksiyonlarının tartışılmadığı ileri sürülebilir.

Bu liste daha da uzatılabilir, bir demokraside bu eleştirileri getiren insanlara da tahammül esastır.

Ama yine de bu eleştirilerin dile getirilmesindeki üslup, sertlik ile sürecin kendisi arasında mantıksal bir bağ kuramıyorum, bir orantısızlık vardır, bu telaşın nedenini anlamakta zorlanıyorum.

Meseleye serinkanlı yaklaşmaya gayret edelim.

Başbakanın azımsanmayacak bir siyasal risk alarak kalkıştığı bu çözüm arayışı şayet başarılı olur, belirli bir süre, mesela on sene, silahlar susarsa, on sene askerlerimiz, polislerimiz şehit olmaz, kürt gençleri ölmez ise bu sonuç bile kendi başına büyük bir başarıdır, herşeyden önemlidir.

Değerler skalasında parlamenter muhalefetin ya da sivil toplum muhalefetin tercihi nedir bilemiyorum ama şayet binlerce insanımızın hayatından daha önde, daha önemli bir değer varsa benim gibi düşünenlere “yazıklar olsun” demekten başka bir şey kalmaz doğrusu.

Bu süreç başarılı olursa, öngörülemeyen bir süre Erdoğan’ın siyasi yükselişi yine engellenemeyecek diye de düşünenler olabilir, Allah için haklıdırlar doğrusu, ama sırf Erdoğan siyasi zafer kazanmasın diye de barışa karşı çıkmak, binlerce insanın ölümünün devamını istemek de insani olarak kabul edilebilir bir şey de değildir doğrusu.

Süreç başarısız olur, kısa bir süre sonra yine çatışma ortamına dönülür ise, bu sonucun en fazla AK Parti’ye zarar verme ihtimali de sıfır değildir; böylece muhalefetin eline, kendi gayretiyle elde edemeyeceği bir siyasi manzara da çıkabilir.

Süreçte, akıllı ve vicdanlı bir muhalefet için, sonuçlar her durumda olumludur; başarı ülkemiz için insani bir zaferdir, başarısızlık ise kendi çabasıyla elde edemeyeceği bir siyasi sonucun altın tepsi ile muhalefete sunulması anlamına gelebilir.

Dolayısıyla, bu telaş niye, anlamakta gerçekten zorlanıyorum.