‘Bu ülke’ye dair bir derdimiz var mı?

Madem “algı yönetimine” maruz kaldığımızdan şikayetçiyiz hepimiz... Tarafların acilen dikkate alması gereken 2 derin şüphe var toplumda: 1- İsrail ilişkisi. 2- Yolsuzluk.

Dikkat ederseniz “bilgi ve kanıt” demedim, “algı” dedim, hem İsrail ilişkisi hem de yolsuzluk derken...

Taraflar, kendi üzerlerinde yoğunlaşan/yoğunlaştırılan, İsrail ilişkisi ve yolsuzluk algılarına karşı önlem almazlarsa, hem siyasete hem sivil topluma olan güven sarsılır...

İsrail ilişkisi mi, yoksa yolsuzluk mu daha önemlidir tartışması tüm celadetiyle sürerken, çatıyı unutmayalım: Çatı; “BU ÜLKE”dir... Dolayısıyla tartışma; “ülke”de “adalet” eksenli olmalı...

Sadece bir tane var, ikinci bir “Türkiye” daha, yok elimizde...

Şayet ikincisi olsaydı, belki göz ardı edebileceğimiz, vazgeçebileceğimiz, umursamayacağımız bir memleketten söz açabilirdik “Türkiye” derken... Hepimiz aynı gemideyiz oysa. Üstelik sadece birbirimize değil bizden umudu olan yüzbinlerce mustazafa dair bir umut borcumuz daha var...

Dünya üzerindeki, “henüz batmamış” bu son “Hilal”, çok mu geliyor bize? Ki o “Hilal” adaletin olmadığı yerde kendiliğinden söner...

***

Kardeşiz...” demek, ömrümün hiçbir safhasında bu kadar anlamsız kalmamıştı... Artık herhangi bir itibarı kalmış mıdır “kardeş”liğin biliyorum...

Sözümün herhangi bir değerinin kalmadığını bilerek yazıyorum bu yazıyı...

El birliğiyle yokuş aşağı gürleyen bir selin içinde çer çöp mesabesinde akarken... Gücü yok kuvveti kalmadı sözün...

Nefret gözlere galip geldiğinde, önce sözdür vurulan.

Söz’ün alnından kan geliyor, ahitler paramparça.

Aynı Kıbleye baş koyanlar, bugün işte bu hallerde...

***

Oysa... “Rüzgarınız Gider” diyor Allah...

“... ve tezhebu rîhukum...”

Allah’a ve Peygamberine itaat edin... Birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız, rüzgarınız gider, sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerledir... (Enfal, 46. ayet)

Oysa hiçbirimizin sabredecek vakti yok!

Ya bizdensin... Ya onlardan” şeklinde birbirine kin bileyenler haline döndük. Dönüştürüldük.

***

Dün gece gri ve garip bir düşün içinde, kalbimi ve kalpleri teskin edecek bir kelime ararken gördüm kendimi. Çok yoğun bir sis vardı, buzul bir yerde dumanların içinde, el yordamıyla buz tozlarının arasında, bir “kelime” arıyordum... Uyandıktan sonra da gün boyu sürdü bu arayışım... Enfal Suresindeki 46. ayetteki, “rüzgar” kelimesi çarptı beni... İsfehani’nin “Müfredat”ına baktım “rüzgar” için, rüzgarın evine doğru bir yolculuktu bu okuma... Rüzgarı ararken, onun kelime olarak “ruh” kökünden neşet ettiğini gördüm. Reyhan, güzel koku, kuvvet, rahatlık, selamet gibi anlamların da aynı kelime evinde oturduğunu gördüm. Aynı evin kardeşleri gibi, bu kelimeler... Müfessirlerin “rüzgar”a yüklediği bir anlam daha var, “devlet”...

Birbirinizle çekişirseniz, aranızı bozarsanız, darmadağınık olursunuz...

Rüzgarınız gider... Ruhunuz gider... Kokunuz gider... Reyhanınız gider... Rahatınız, gücünüz, kuvvetiniz gider... Devletiniz, selametiniz gider, diyordu ayet...

Halimizi görüyor musunuz?

Birbirine karşı saf tutmuş kardeşlerimi gördükçe, “rüzgarın” çekilip alınıvereceği zamanlara mı geldik yoksa diye soruyorum...

Sözümün herhangi bir değerinin, karşılığının kalmadığını bilerek yazıyorum bu yazıyı.

Çünkü bir hastalık sardı bizi...

Öz kardeşimizi kuyulara atmadan...

Kurtlar yedi onu demeden...

Köle pazarlarında satmadan...

Zinhar rahat etmeyeceğiz... Öyleyse işimiz Yakup Peygamberinki gibidir... İşiten yok! Derdimizi ancak Allah’a yanacağız...