Aydýn Doðan…

Doðrudur, Aydýn Doðan’ýn medyanýn patron katýndan çekilmesi, en az, Simavi ailesinin çekilmesi kadar önemlidir, siyaset-medya hattýndaki dengeler açýsýndan da önemli ipuçlarý verir.

Aslýnda, yaþanýlan, Türkiye’nin sürdürmekte olduðu deðiþim sürecinin doðal sonucudur, bu hep böyle oldu, Erol Simavi’nin Hürriyet’i satýþa çýkardýðý günlere dönüp baktýðýmýzda da ayný telaþlý yorumlarý görürüz. …Veya Haldun Simavi’nin Günaydýn’ý Asil Nadir’e terk ettiði günler de aynýdýr…

Simavi’ler, basýndaki güçlerini esas olarak 1960 darbesi sonrasýnda merkezileþtirmiþ, 12 Eylül’e yürüyen yolda da Türkiye’yi iç savaþa sürükleyen siyasi þiddet ortamýnda kendilerinden beklenilen “merkezci çýkýþý” –nedense- yapmamýþlardý, darbeyle bunun sonucunda buluþtuk.

1970’lerden bir aný… Ülkenin büyük þiddet sarmalýna girdiði bir dönem, Ýstanbul Üniversitesi’nin önünde atýlan bir bomba, tam 7 gencecik öðrenciyi katlediyor. Ben o sýrada hem üniversitede okuyorum, hem de Hürriyet’te sayfa kontrolünden sorumlu tashih elemaný olarak görev yapýyorum.

Ayný gün, bir polis müdürüne de silahlý saldýrý yapýlýyor, bacaðýndan yaralanýyor. Yazýiþleri doðal olarak üniversite katliamýný sürmanþet, polis müdürüne saldýrýyý ise ikinci manþet olarak veriyor, Seçkin Türesay ile sayfayý bitirmiþ, matbaaya göndermek üzereyiz, dönemin Genel Yayýn Yönetmeni, rahmetli Nezih Demirkent, arkasýnda Hakký Öcal ile sayfa baþýna geliyor, gelirken bir konuyu tartýþýyorlar.

Sonra, Demirkent aynen þöyle konuþuyor: Sürmanþette verdiðiniz olay kanlý ama bir öðrenci çatýþmasý, ikinci haber ise doðrudan devlete saldýrýdýr, yerlerini deðiþtirin…

Evet, Hürriyet’in her zaman iki yüzü vardý… Birinci yüzü, halkýn dertleriyle dertlenen, haberciliði ile “halkýn avukatý” kabul edilen, diðer yüzüyle de günü geldiðinde “devlet için herkesi harcayabilecek” bir karakterin sahibiydi…

 

Kendi de kurbaný oldu…

Tarafsýz bir gözle bakýldýðýnda, Aydýn Doðan, bugünün deðil, 90’lý yýllarýn kurbanýdýr. Soðuk Savaþ’ýn bitiminden hemen sonra emperyalizm tarafýndan yürürlüðe konulan “Türkiye’yi Latin Amerikalýlaþtýrma” programýnýn herkes gibi, o da geç farkýna vardý. Zaafý, koalisyon hükümetlerine mahkum edilerek, siyasi þifreleri adeta medya patronlarýna teslim edilen zayýf siyasi portrelerle bu iþin her zaman ayný rotada süreceðine inanmasýydý. Týpký dönemin generalleri gibi, dönemin hemen tüm medya patronlarý da yeri geldiðinde ülkeyi yöneten siyasi otoriteye “ayar çekebileceklerine” inanmýþlardý.

“Olimpos Daðý’nda oturan”duayen köþe yazarlarýnýn “Dün akþam evde oturuyorum, baþbakan aradý, kendisine (…) sorunuyla ilgili bak dedim…” yönündeki yazýlarý da bu dönemin önemli hatýralarýdýr.

Ortada küresel güçlerin Türkiye’yi kesin kontrolüne yönelik bir “vesayet sistemi” vardý ve doðal olarak generaller ile “kendin kral olma, kralý yaratan ol” mantýðýyla hareket eden medya patronlarýnýn refleksleri aynýydý.

Cem Uzanve Dinç Bilgin’le 90’lý yýllar boyunca sürdürdüðü mücadelenin de ana nedeni, kimin belirleyici olacaðý kaygýsýydý. Rakiplerini elemine etmeyi baþardý ama, siyaseti, siyasetle birlikte sosyal-ekonomik yapýyý ve hatta devleti yeniden yapýlandýran o büyük “dip dalgayý” kontrol edilebilir, hatta yer yer püskürtülebilir bularak bugünlerini hazýrladý.

Artýk siyasi istikrarýn yüzde 50+1’e dayandýðý “cumhurbaþkanlýðý sisteminde” Meclis’teki aritmetiðin bir önemi kalmayýnca, “geleneksel medya patronluðunun” da öneminin kalmadýðýný fark etti, çok zeki bir insandýr. Zaten, “eski sisteme dayalý” son barutunu 7 Haziran 2015 seçimi öncesinde atmýþ, ülkeyi bir koalisyon hükümetine de yönlendirmiþti ama, iþte o kadar…

 

“Baðrým Karacaahmet Mezarlýðý…”

Kuþkusuz en büyük darbeyi, neredeyse bütün yaþamý boyunca yanýnda durduðu, desteklediði, çok iyi yaþam koþullarýna kavuþturduðu, güvendiði kadrosunun içinden yedi.Kendi kiþisel zaferlerinin peþinde koþan bencil beyinlerin, býrakýn soðukkanlý analiz yapmayý, patronlarýna doðrularý söylemeyi, inadýna denilebilecek bir kararlýlýkla yanlýþlarýn peþinden koþmalarýna þahitlik etti.

Bunu fark ettiðinde aldýðý “ayrýlýk” kararlarýnýn da faturasýný bu tür “proje gazeteciler” deðil, yine kendisi ödedi!..

Grubundan her ayrýlanýn kendisine kitaplarla saldýrdýðý dönemler yaþadý. Oysa, o saldýranlar, Aydýn Doðan olmasa zaten yoktular!..

Hiç unutmam, bana yazdýðý ve arþivimde itina ile koruduðum mektubunda bu tiplerden söz ederken “Bedii Faik’in dediði gibi, benim baðrým artýk Karacaahmet Mezarlýðý” satýrýndan samimi olarak etkilenmiþtim.

Aydýn Doðanartýk çekildi…

Onu ilerinin medya tarihçilerinin soðukkanlý analizlerine býrakmamýz gerekiyor…