Deðerli arkadaþlarýmýzSemih Kaplanoðlu ile eþi Leyla Ýpekçi'nin birlikte yoðurup yoðurulduklarý bir film: BUÐDAY. Bilim kurgu olduðu kadar menkýbe diliyle de anlatýlmýþ. Dünyada da namý yayýlmýþ bir yönetmen Semih Bey, onu aldýðý uluslararasý ödüllerle de tanýyoruz.
Diðer filmleri de görüntü yönetimi açýsýndan çarpýcýdýr fakat Buðday'daki görüntüler mest oluþun doruðuna çýkartýyor seyirciyi. Ýnsanýn kalbine oturan görüntüler. Oyuncularýn güçlü performansý, mimiklere kadar iþleyen bir inanýþý ortaya koyuyor adeta. Teyemmüm sahnesi bunlardan birisi, toprak mýydý, nehir miydi o ellerini daldýrdýklarý zemin...
Yeni Yaþam Teknolojileri adlý bir þirket var. Yýllar içinde tarým teknolojisi o kadar ilerlemiþ ki, melezleþtirme ve genetik deðiþim sonucu, insanlýk tohumlarýný yitirmiþ, toprak ölmüþ, bulutlardan asit yaðmuru boþanýyor. Tek bir yürüyen karýnca bile kalmamýþ. Prof. Emre Erin þirketten mistik bulunduðu için tart edilmiþ bir baþka profesörün peþine düþer. Genetik kaos üzerine eleþtirileri olan bir adamdýr Prof. Cemil Akman, ilk buðday ile son buðday arasýndaki tabii ilgi ve baðlamý kaybetmemek gerektiðinden dem vurur. Verimi arttýrmak için yapýlan genetik oyunlarýn doðanýn dengesini bozduðunu söylediði için dýþlanmýþtýr. Emre'nin Ölü Topraklar'daki Cemil'i arayýþý ve bulmasý, çileli yürüyüþleri, ardýndan ayrýlýþlarý, bir aþk masalý çevriminde anlatýlýr...
Semih Bey'in filmini bilim kurgu çerçevesinde konuþtular hep. Bu filmi ‘mesnevi’ olarak seyrettim. Hýzýr ile Musa kýssasý, Yunus Emre menkýbeleri, Hüsnü Aþk mesnevisi, filmin ritmine eþlik ediyor. Film güçlüler ve güçsüzler arasýndaki keskin ve ölümcül sýnýrý eleþtirmesiyle de dikkate deðer. Ursula Le Quin'in ‘Mülksüzler’indeki gibi ötekileþtirme eleþtirisi var Semih Bey'in distopyasýnda... Ancak güçlülere hayat hakký tanýyan bir algoritmanýn ne kadar ýrkçý ve despot olabileceðini eleþtirmesi bakýmýndan politik bir film de...
Filmdeki sufi dilin simgesel trafiði ise baþ döndürücü, sanki dilin bu þekilde yoðunlaþmasýnda Leyla Haným’ýn etkisi hissediliyor. Hayy! Dendiðinde uyanýveren kandillerin olduðu sahneyi seyrederken baþým geriye gitti, bir þeye çarpmýþ gibi oldum. Fakat bu sufi dilin epifanik kývamýný film þeridinde verebilmek herhalde çok zor olsa gerek ki, zaman zaman didaktik tavra dönüþüyor. Hayy sahnesinden sonra, gözle görünmeyen bir kürsüden fýsýltýlarla okunan öðretinin eþliðinde artýk seyirci. Ben sinemacý deðilim ama Buðday'daki kameranýn, Semih Bey’in önceki filmlerinden daha aðýr bir yükün altýna girdiðini hissettim. Tarkovski ile en önemli farklarý da bu olsa gerek; o bilmediði ve hissettiði bir mistiðin peþinde, Semih Bey ise nereye gittiðini nasýl gidileceðini bilen bir sinemacý.
***
“Arpa buðday çeç olur, güzeller güleç olur”. Bu cümle ilkokul ikinci sýnýfta el yazý yazma dersinde harita metod defterimize dolmakalemle yazdýðýmýz bir cümleydi. Buðday denildiðinde, upuzun bir yaz, örgü saçlarý bellerini döven güzel kýzlar, hasadýn bereketine sevinen çalýþkan insanlar kalmýþ benim aklýmda. Göz alabildiðine uzanan tarlalar bronz sarýsý bir denize döner, en ufak bir rüzgarda titreþtiklerinde sanki konuþurlar sizinle... Biz ekmeði kazara yerde gördüðümüzde, hemen alýp öper, alnýmýza koyardýk çocukken... Anneannem uyuyamazsa, “muhakkak bir yerlere dökülmüþ ekmek kýrýðý vardýr da iþte o yüzden uyuyamadým” derdi... Bilirdik ki buðdayla, ekmekle, alýnteriyle oyun oynanmaz. Semih Bey’in filmindeki gelecekte, buðday ile oynayan insan, gündelik hayatýn içindeki tüm doðal kutsiyetleri yitirmiþ, sanki kýyamet kopmuþ... Her þey bozulmuþ, her yer simsiyah, her yer bozarmýþ... Niçin ütopyayý kaybettik biz, filmin sorduðu en ciddi sorulardan...