Ýtiraf edeyim, ilk baþta gözüm korktu; Semih Kaplanoðlu’nun geçen hafta gösterime giren Buðday filmi hakkýnda yazýlan ‘genetik bilimini ele alan distopik film’deðerlendirmelerini okudukça ‘Eyvah’ dedim ‘Yine derin, ontolojik göndermeler olacak ve biz cahiller filmi anlayamadan salondan çýkmýþ olacaðýz.’
Tam tersi oldu; modern dünyanýn sentetik buluþlarýna karþý ‘ontolojik hakikatleri’ dile getirmekle birlikte, filmin mesajý gayet açýk ve netti. Yönetmen Kaplanoðlu, gayet anlaþýlýr bir hikaye eþliðinde ‘Tohumlarýn genetiðini deðiþtirirseniz insaný da deðiþtirmiþ olursunuz ve gün gelir bir karýncanýn aðzýnda tuttuðu tek bir orijinal buðday tanesine bile muhtaç kalabilirsiniz’ diyerek uyarýda bulunuyor. Bir nevi perþembenin geliþini çarþambadan haber veriyor.
Tabi ki bunu, Prof. Dr. Canan Karatay hocamýzýn ‘Nerde kurtlu elma görürseniz gidin onu alýn. Börtü-böcek bile hangi ürünün genetiðiyle oynanmadýðýný (GDO’suz olduðunu) bizden daha iyi bilir’ üslubuyla söylemiyor; daha sofistike bir biçimde meselesini anlatýyor. Ancak yine de (yazýnýn ilerleyen bölümlerinde) yeterince sofistike olmamakla itham edebilirim sevgili yönetmenimizi.
‘Buðday’ýn mesajýný tam anlamadým, bir daha izlemek lazým’ diye yazýp çizenlere hiç aldanmayýn. Filmi izlemek isteyen, fakat yine de tereddüt içinde olanlara açýk çaðrýmdýr: Buðday, Türk sinemasýna yepyeni kapý aralayan, öncü bir yapýttýr. Film, meselesini gayet anlaþýlýr biçimde ifade ediyor ve yaradýlýþtan bu yana içinden aðaç çýkarma kabiliyeti bulunduran çekirdeðin (tohumun) varlýk alemindeki ‘öz’üne selam duruyor.
Bilim, hiçbir þeyin ilk halini üretemedi, ne zaman doðada bir þeyi deðiþtirmeye kalksak kendimizi bozduk, insaný deðiþtirdiðimizi fark etmedik, egomuzdan sýyrýlýp, tek bir varlýðýn parçalarý olduðumuzu göremedik, oysa insan teki evrenin kendisidir diyor film; Siyah-beyaz, muhteþem görüntüler ve (dilinin Ýngilizce olmasý sizi korkutmasýn) sýkýcý olmayan diyaloglarla eþliðinde…
Benimle birlikte salonda bulunan 21 seyirciden birkaçý ile çýkýþta kýsa bir nabýz yoklamasý yaptým: Buðday’ý nasýl buldunuz diye sordum.
‘Kafamda soru iþaretleri býrakan bir film oldu, çok sembolik geldi’ diyen de oldu, tam tersine ‘Her sorduðu sorunun cevabýný vermiþ, seyirci muhayyilesine bir þey býrakmamýþ’ diyen de…
Peki ben ne düþünüyorum?
Ýlk bölümde gen bilimine giriþ yapacakmýþ gibi duran filme, bir noktadan sonra (iki bilim adamýnýn buluþmasýndan sonra) farklý bir terminoloji hakim oluyor. Tohum ve gen konusu evrenin ‘öz’üyle birleþiyor ve mesele giderek tasavvufi-dini bir bakýþ açýsýyla, ‘varlýk alemi sorgulamasý’na dönüþüyor. Bu noktada filmin ‘önermesi’ þudur: Tohum-insan ve evren bütünün parçalarýdýr. Dýþarýdan bir müdahale bozulmayý meydana getirecektir. Tohumun bozulmasý, insanýn bozulmasýna, insanýn bozulmasý da ‘kainatýn’ bozulmasýna sebebiyet verecektir. Zira her insan bir kainattýr. Bir baþka deyiþle, Varlýðýn özüyle oynandýðý takdirde, sonuç hüsran olacaktýr.
Topraðýn bozulduðu bir ortamda, terk edilmiþ bir caminin ahþap zemini altýnda tarýma elveriþli toprak bulunmasý ise kaybettiðimiz ‘yitiðin’ yerini iþaretliyor.
Birinden diðerine geçiþin ancak özel þartlarda (rehber eþliðinde) mümkün olabildiði, manyetik bir duvarla birbirinden ayrýlmýþ “Korunaklý bölge-yasak bölge”meselesi de modernizmin ve seküler bakýþýn, ‘ilahiyat alanýný’ lanetli bölgeye dönüþtürme çabalarýna iþaret ediyor. (Yasak bölgedekiler salgýn hastalýklarýn pençesinde kývranmakta ve burada bilim adamlarý pek hoþ karþýlanmamaktadýr) Bu yönüyle Buðday, Türk sinemasý için yeni ve irfani bir kapý aralamakla birlikte, diyaloglarda didaktizme kayan bir dil göze çarpýyor.
Ve fakat… Gece ile gündüzü, ruhla bedeni birbirinden ayýran, (ayný zamanda birleþtiren) buðday tanesi üzerine dahi nakþedilmiþ olan ‘elif’ þeklindeki ‘öz’ çizgisinin, hem bölen hem de birleþtiren olmasý gibi metafizik alaný irdeleyen irfani bakýþ, Türk sinemasýnda belki de ilk kez bir senaryoda bu denli sarih biçimde dile getiriliyor. Ýþte tam da bu noktada dini-tasavvufi literatüre aþina iseniz þayet, evet, Buðday’ý didaktik bulabilirsiniz. Aþina deðilseniz, filmin manevi öðretiye dönükrehberliðinden söz edilebilir. Dolayýsýyla filme dair ‘didaktizm’ eleþtirim subjektif bir deðerlendirme olarak okunmalý.
Kendi adýma, filmin, ilk yarýdaki gibi merak uyandýran üslupta ilerlemesini, bir eþiðe gelindiðinde ise cevap anahtarýný elimize tutuþturmadan, ‘arayýþýný’ seyirciyle beraber sürdürmesini isterdim.
Lakin dediðim gibi, Buðday’ý izleyin ve Türk sinemasý adýna aralanan bu yeni ‘irfan’ kapýsýnýn ardýnda beliren parýltýya þahitlik edin. Modernizmin çürüttüklerine, sentetik dünyaya, yozlaþmaya, nihilizme karþý ‘ilahi nefes’ önerisinde bulunan mütevazý bir karþý duruþ Buðday.
Medya ve sinemayý konuþacaðýz
Türkiye Yazarlar Birliði Ýstanbul Þubesi tarafýndan düzenlenen“Edebiyat Mevsimi” etikinlikleri bu yýl “Edebiyat ve Sinema” ana temasýyla gerçekleþiyor. Hafta baþýndan bu yana edebiyat ve sinema cephesinden profesyoneller ayný platformda buluþup sinema-edebiyat iliþkisini ele alýyorlar. “Edebiyat Mevsimi”nde yarýn da “Medya ve sinema” meselesi konuþulacak. Benimle birlikte programda Muhammet Akaydýn, Þeref Akbaba, Ahmet Deydin ve Ali Osman Aydýn konuþmacý olacak. Program, Sultanahmet’teki Kýzlaraðasý Medresesi’nde 12:00-13:00 saatleri arasýnda...