Buğday

Kendine özgü anlatısıyla Türk sinemasında mühim bir yer edinen ve uluslararası alanda pek çok ödül kazanan yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun beklenen filmi Buğday dün vizyona girdi. Hem de Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan galanın ardından.

Filmden önce gala gecesine dair notlarımı aktarmak isterim.

Davet bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gitmiş. Galaya Cumhurbaşkanı, Hanımefendi ile birlikte katıldı. Salona vaktinde geldi ve gösterimden sonra da içeriği filmin özüyle örtüşen kısa bir teşekkür konuşması yaptı. Başbakan Yıldırım’ın da Hanımefendiyle geldiği galaya bakanlardan ve AK Parti genel başkanlarından da katılanlar vardı.

Salon, öğretmenler günü dolayısıyla Külliye'ye davet edilen öğretmenlerle Buğday için davetlilerce doldurulmuştu ve fuaye, alışık olunanın epey dışındaydı. Ne gibi mi? Derin dekolteli kadın yoktu mesela. Gösteri dünyasından isim yoktu. Ünlüleri ayaküstü çekip kayıtları hafta boyu çevirdikleri için galalara ganimet gözüyle bakan magazin medyası yoktu. Kültür sanat insanlarına, film eleştirmenlerine, şairlere rastladım ama.

***

Buğday’ın galasının Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılması beni üç nedenle şaşırtmadı.

Bir; Külliye inşa edilirken açıklanmıştı; ‘halkın her düzeyde kullandığı, kültür sanat etkinliklerinin yapıldığı, kütüphanesinden herkesin yararlandığı bir yapı olacak’ diye. Açılış Buğday ile olmuş oldu.

İki; AK Parti’nin yeni dönem hazırlığının bir ayağı da kültür sanat. Anlıyoruz ki pasif pozisyondan inisiyatif alan, yönlendiren, sonuç alan aktif bir pozisyona geçilecek. Cumhurbaşkanı daha önce vurgulamıştı, bu alanda istenilen oranda başarılı olunamadığını. Galada ekosistemi bozan adımlara karşı özeleştiriden de bahsetti. Genetiği ile oynanmış besinlerin nesilleri, kültürel emperyalizmin zihinleri nasıl tahrip ettiği herkesçe malumken 2019’a doğru demek ki AK Parti bu alanlarda da varlığını hissettirecek.

Üç; Semih Kaplanoğlu hatırlanacağı üzere, Uluslararası Adana Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü almak için sahneye çıktığında sunucu Meltem Cumbul’un kaba ve çirkin bir davranışına maruz kalmıştı. Cumbul yaptığı açıklamada sadece kaba değil faşist olduğunu da ortaya koymuş, olay sebebiyle kültürel iktidar bahsi tartışmaya açılmıştı. Hatta ben de Dr. İsmail Çağlar ile bu konuda bir röportaj yaptım. (http://www.star.com.tr/yazar/sosyolog-dr-caglar-ustunluk-taslayanlar-hem-cahil-hem-lumpen-yazi-1262403/) Bu olay gösterdi ki kültürel alanda haksız şekilde iktidarı elinde bulunduran kesim ülkedeki demokratik gelişimden bihaber şekilde vesayet düzenini sürdürmek istiyor. Her alandaki vesayeti kıran AK Parti için sıra, kültür sanat alanındaki vesayete geldi. Galanın Külliyede yapılması, Cumhurbaşkanı’nın galadaki konuşması bunun ilanı sayılabilir.

***

Buraya kadar yazdıklarım Buğday’ın dışında tabii. Ama bir yere kadar. Buğday’ın anlattığı distopik hikaye de sonuçta, yanlış siyasetlerin ve dizginlenmeyen insan egosunun hayatı nasıl kuruttuğunu anlatıyor.

Kaplanoğlu sinemasını ilk film Herkes Kendi Evinde’den beri takip ediyorum. Derdi olan bir yönetmen Kaplanoğlu. İnsana, mekâna, insanın nerenin yerlisi olduğuna dair anlama çabasını sürdürüyor. Kullandığı metaforlar, anlattığı hikayeler giderek derinleşiyor ve öze, özün gürlüğüne doğru yol alıyor.

Yusuf Üçlemesi’ni Yumurta, Süt ve Bal ile 2010’da tamamlayan Kaplanoğlu, Bal ile 46 yıl sonra Türkiye’ye Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü kazandırmıştı. Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Film ödülüne layık görüldü.

İrfani arayışın bir ürünü Buğday. Konu distopik, film siyah beyaz. Yakın ve belirsiz bir zamana, tek otun bitmediği, tek canlının yürümediği, toprağın öldüğü bir evrene açılıyor film. Kalan son toprak üzerine kurulu “şehir”e ise sadece kusursuz çocuklar kabul ediliyor. Cömertliğine, bereketine alıştığımız tabiattan eser yok. Yapay tohumlar arıza veriyor. Yok oluşun yaklaştığı noktada kahramanımız var oluşun kaynağına doğru bir yolculuğa çıkıyor.

Buğday, felsefeye, varoluşa ve mana sinemasına ilgi duyanların mutlaka izlemesi gereken usta işi bir film.