Mustafa KARAALÝOÐLU
Mustafa KARAALÝOÐLU
Tüm Yazýlarý

Bundan sonra ne olacak ne olmayacak?

Daha önce de çeþitli gerekçelerle ve daha çok bir temenni olarak kullanýlmýþtý ama “Yeni Türkiye” kavramýný yakýn zamanda ilk kez 13 Eylül 2010 günü bu gazetenin manþetinde kullanmýþtýk. Referandumun kabulle sonuçlandýðý günün ertesinde...

Yeni Türkiye, baþta askeri olmak üzere, bürokratik ve yargýsal vesayetin bulunmadýðý bir ülkeyi ifade ediyor. Milli iradenin sistem üzerinde doðrudan hakimiyeti dýþýnda bir mekanizmayý reddediyor ve neticenin her durumda sandýkta tayin edilmesi ilkesini garanti ediyor. Yine o günlerde hükümet çevreleri açýk açýk AK Parti’nin 9 yýl sonra ancak o gün “iktidar” olduðunu söylüyordu. Mesela, “Biz gerçek anlamda 12 Eylül 2010 günü iktidara geldik” cümlesi dönemin Adalet Bakaný Sadullah Ergin’e aittir.

Gayet tabii ki bu tespit herkesin birden demokrasiye ve hukuka inandýðý kanaatine dayanýyorduk ki bizzat Baþbakan’ýn da bu düþüncede olduðu malumdu. Kim, askeri vesayetin gerilemeye baþladýðý bir sistemde yeni vesayet odaðý olmaya talip olabilirdi!..

Hele kardeþlik ve bilhassa din kardeþliði esasýnýn geçerli olduðu bir zeminde.

Gerçek iktidara giden uzun yol

AK Parti’nin gerçek anlamda “hala” iktidar olamadýðý 7 Þubat 2012 günü apaçýk görüldü. MÝT Müsteþarý’ný hedef alan giriþim bunu gösterdi. Yasa ve anayasa maddeleri deðiþiyordu ama zihniyet bir miras gibi nesilden nesile, gruptan gruba aktarýlýyordu. Yine de bu kötü mirasýn geleneksel olarak birlikte hareket eden gruplardan birine; “cemaat”e tevarüs edeceði ve “cemaat”in de bu terekeye gönüllü olacaðý kabul edilmiyordu. Onyýlardýr, diðer bütün cemaatler gibi bu sistemin maðduru olmuþ bir hareket böyle bir pozisyona yakýþtýrýlmýyordu.

Böyle düþünüldüðü için, MÝT krizi bile yapýsal önlem almak için bir gerekçe oluþturmadý. Hükümet, sadece o güne ait geçici düzenlemelerle yetindi ve kriz kaðýt üzerinde savuþturuldu. Herþey eskisi gibi olmaya devam etti. Daha açýk söyleyelim... Baþbakan Erdoðan, kendisine daha o günlerde bugün dile getirdiði “paralel yapý”ya karþý sahici önlem almasý tavsiyesinde bulunanlara “Ne diyorsunuz siz... Ben dini bir gruba karþý çalýþma mý yapacaðým” diyerek tepki gösteriyordu. Daha önce de yazmýþtým. Erdoðan’ýn Gülen Grubu’na desteði her zaman hesapsýz, pazarlýksýz ve kardeþane oldu. 7 Þubat’a raðmen de bu tavrý hiç deðiþmedi. Dersanelerin sistem dýþýna çýkarýlmasý kararý da yansýtýlanýn aksine cemaate karþý bir tavýr deðil, eðitimde bir türlü yapýlamayan reformun adýmlarýndan birisiydi.

Ama, malum o adým bugün yaþanan sahnelerin gerekçesi oldu...

11 yýlýn deðiþmeyen sahneleri

17 Aralýk’ta (2013) hükümet 11 yýldýr belirli periyodlarda  karþý karþýya geldiði “darbe” giriþimlerinin en acýmasýzýna muhatap oldu. Þimdi süreci yaþýyoruz.

Bir baþka ifadeyle 28 Þubat’la baþlayan parti kapatmalarla geliþen, Danýþtay cinayeti, Cumhuriyet mitingleri, 367 skandalý, Dink cinayeti. Malatya Katliamý,  AK Parti’ye kapatma davasý, Sarýkýz, Ayýþýðý, andýç, Gezi olaylarý vs. Erdoðan için ne anlam ifade ediyorsa bugün baþlatýlan saldýrý da onu ifade etmektedir.

Hedefleri itibariyle, 17 Aralýk’la öncekiler arasýnda hiçbir fark yoktur.

11 yýlý geride býrakmýþ olmasýna raðmen AK Parti hala gerçek anlamda iktidar olamama problemi yaþamaktadýr. Böyle olduðunu bizzat Baþbakan’ýn “paralel devlet” tanýmýndan da anlamaktayýz. Yüzde 50’lik halk desteði olan bir parti gerçek anlamda iktidar olamamýþsa, milli irade de hala eksik demektir.

Erdoðan sorunun derinliðini görüyor

Peki þimdi ne olacak?

Türkiye, hiçbir surette taþýmasý mümkün olmayan  bu ikili yapýdan mutlaka kurtulacak.

Ama önce adýný koyalým... Erdoðan, sadece kendi iktidarýný ve ailesini deðil ayný zamanda demokrasimizi ve hukuk sistemimizi hedef alan bir giriþimin odaðýndaki isimdir. Yani, çözmesi gereken sorun sadece þahsýyla sýnýrlý deðil, bütün ülkenin ortak konusudur. Nitekim, bu acý gerçeðe karþý “paralel devlet” adýný verdiði yapýnýn ortadan kaldýrýlmasý için de bütün ülkeye söz vermiþ bulunuyor. Bu taným ve bu söz nasýl bir tehditle karþý karþýya bulunduðunu, ne denli hayati bir saldýrýya muhatap olduðunu anlatmaya yeter de artar. Baþka söze hacet yoktur.

Ama bütün bu olaðanüstü duruma raðmen hem Türkiye’nin hem de iktidarýn rotasýný çizecek olan prensip hukuk olacaktýr.

17 Aralýk’tan beri; yani hükümete karþý darbe giriþiminin ortaya çýktýðý andan itibaren Baþbakan Erdoðan’ýn konuþmalarýný satýr aralarýna dikkat kesilerek izliyorum.

Baþbakan ve ekibi en kýzgýn olduðu anlarda bile hukukun dýþýnda bir yöntemden söz etmemektedir.

Cumartesi günü Dolmabahçe’de gazeteciler ve aydýnlarla buluþmasýnda da söylenen özetle bundan ibarettir.

Erdoðan, sorunun derinliðini biliyor, karþýsýndaki yapýnýn ne anlam taþýdýðýný çok iyi kavrýyor ve birçok þey yapma hakkýna sahip olmakla birlikte asla tarihte kötü þöhret býrakacak bir hamleye müracaat etmeme tavrýný koruyor.

Yeni Türkiye, geç kalmýþ hükmünü yine hukukla, yaþla kuruyu ayýrarak ve bilhassa tabanda buruk bir tat býrakmadan icra edecektir. Herkes için en saðlýklý ve “kalýcý” yol da bu olacaktýr. Kalýcý...