Bu hafta sanıyorum Türkiye’nin geleceğini anlatmak açısından bulunmaz bir zamandı. Yalnız İstanbul’da yapılacak 3. Havaalanı ihalesinin bile oldukça öğretici olduğunu söylememiz gerekir. Öte yandan dünyada resesyon tehlikesine karşı faizlerdeki düşüşte de Türkiye en önde koşuyor. Burada dünya ortalamasına, en azından gelişmekte olan ülkelere yaklaştık. Artık herkesten daha fazla faiz vererek ancak sermayeyi çeken ülke olmaktan çıkıyoruz.
Bu anlamda havaalanı ihalesini alanlar bunun finansmanında zorluk çekerler savına katılmıyorum. Ayrıca şu ihale rakamı ile ilgili şunu söyleyeyim, rakamın yüksek değil, normal hatta dinamik bir analiz yaptığımızda düşük bile olduğunu belirtmek istiyorum. Bu açıdan böylesi rakamlara artık bizim ekonomi basınınımız da alışsın. Çünkü konuştuklarımız, gelişmekte olan herhangi bir ülkenin metropolüyle ilgili yeniden yapılanma süreçleri değil, bir dünya başkentinin yeniden kurulması sürecini yaşıyoruz.
Bu sürecin 2014’te yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yeni Anayasa tartışmaları ile siyaseten devam edeceğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla şimdi yaşadıklarımız, -aslında bunu yaklaşık 10 yıldır yaşıyoruz- bir ekonomik kopuş, arkasından siyasi kopuş gelecek. Ve 2014 yılı siyasi kopuşun başlayacağı ve hızlanacağı tarih.
Şimdi havaalanı ihalesine giren konsorsiyumu oluşturan firmalara baktığımızda, iki temel özellik dikkamizi çekiyor; bu firmalar on yıl önce böyle bir ihaleye girecek ve bunun finasmanını bulacak büyüklükte değillerdi. İkinci olarak da buradaki ‘yerli’ sermaye ağırlığı. Tabii şunu da söylememiz gerekiyor; sonuçta havaalanı bir inşaat işi, teknoloji ağırlıklı bir iş çevirimi değil. İhalenin yapıldığı gün, Başbakan Erdoğan, 2. Nükleer Santral’in yapılması için Japonlarla anlaştığımızı açıkladı. Biz ilk nükleer santralı Ruslar’a yaptırıyoruz. Bırakın nükleer santral yapacak yerli firmayı bunun denetim ve gözetim işini bile TSE’yi atlayarak dışarıya aktardık. Ki, bu rakam yaklaşık 600 milyon dolar civarı.
Yani Türkiye bürokrasisi, nükleer santralın denetim ve gözetim işini bizim yapabileceğimize inanmamış; bunun da ilginç ve epey öğretici olduğunu söyleyelim. O zaman yaşadığımız ekonomik kopuşun tam anlamıyla tamamlanmadığını ama tamamlanmak doğrulutusunda çok güçlü adımlar atmakta olduğumuzun tespitini yapalım.
Geleneksel ve inşaat gibi sürükleyeci sektörlerde, şimdiye değin, Türkiye’yi siyaseten de yönetmiş geleneksel sermayenin geriye gittiğini, ‘yenilerin’ hızla yukarıya çıktığını görüyoruz. Yaşadığımız ihale örneklerinde de gördüğümüz gibi bu ‘yeni’ sermaye rekabet etme yeteneğini ve cesaretini kendinde buluyor. Bunun çok önemli bir ayrım noktası olduğunu belirtelim. Çünkü Türkiye’de, şu ana değin, medyayı da belirleyen ve kamuoyunu yönlendiren sermaye çevreleri bu tür rekabetçi süreçler üzerinden bulundukları yerlere gelmediler. Tam aksine, rekabeti önleyen, devlet ve rant kaynaklı bir büyüme çevrimini öne çıkardılar. Aslında gerici -statükocu- Türkiye oligarşisinin çıkış noktası da budur.
Öte yandan, özellikle seksenli yılların ortalarından itibaren, özelleştirme ve çarpık bir ‘liberalleşme’ çerçevesinde geleneksel devletçi sermayenin paralelinde ortaya çıkan ayrı bir sermaye yapılanması da oldu. Bu sermeye çevreleri, açıkça söylemek gerekirse, yeraltı ekonomisinden beslendier ve çok hızlı büyüdüler. Tabii yeraltından çıkan her sermaye yapısının yapacağı gibi ellerindeki ‘açıklanamayan’ kaynakları medyaya aktardılar ve burada hızla güçlendiler.
Şimdi bu ikinciler, Türkiye’nin küresel rekabette öne çıkmasını istemeyen, bu anlamda demokratikleşmesini kendi gelecekleri için tehlikeli bulan ülkelerle ittifak yapıyor ve bu ittifaklarını derinleştiriyor.
Rusya-Almanya-İran ve ortakları
Rusya ve Almanya burada tipik örnektir. Yakında buraya İran’da eklemlenecek ve bu sermaye çevrelerine el altından kaynak aktaracaktır. Çünkü ağırlıklı olarak yeraltı ekonomisiyle büyüyen sermaye nihai olarak demokrasiyi istemez.
Tam bundan dolayı da şu an Başbakan Erdoğan’ın şahsında odaklanarak devam eden ekonomik ve siyasi kopuş, bunların engellemek istedikleri yola girmiştir.
Burada iki temel sektöre dikkat etmeliyiz; enerji ve ulaşım. Enejide, Kürt barışı ve K. Irak’la devam eden yeni süreç, K. Irak enerji kaynaklarını Türkiye’ye yönlendirmiştir. Şimdi sıra Hazar kaynakları ve Hazar bölgesi Türkiye entegrasyonundadır. Rusya’nın buradaki karşı koyuşları tam anlamıyla devreye girmemiştir ancak girecektir. Bunun hazırlıkları vardır.
Rusya, burada içeride kendisine yukarıda bahsettiğimiz sermaye çevreleriyle ortaklığını geliştirirek medya alanına da müdahale edecektir/etmeye başlamıştır. Türkiye buraya dikkat etmeli.
İkinci temel alan ulaştırmadır. Bu da, Hazar’dan başlayarak Türkiye lehine bir pazar bütünlüğü sağlayacak ve Türkiye’de AK Parti ile ortaya çıkan rekabetçi yeni sermayenin büyümesine hizmet edecektir. Örneğin Bakü-Tiflis-Kars demiryolu tam da budur. Bunun gerçekleşmesi ile anlattığımız bütün bu süreçler paralel süreçlerdir.
Yer kalmadı, devam edeceğiz, iyi pazarlar.