Bunların şerrinden korkulur

 

Prof. Benjamin Barber ABD’nin parlak siyaset bilimcilerindendi. Kitapları çok satanlar listesine girer, dünyanın -Türkçe dahil- belli başlı dillerine çevrilirdi. Son zamanlarda yazılarıyla karşılaşmıyor, fikirleriyle ilgili tepkilere rastlamıyordum...

Meğer sebebi varmış: Prof. Barber iyi niyetine kurban gitmiş... 40 yıl Libya’yı elinde tutan Muammer Kaddafi bu işin böyle devam etmeyeceğini öngördüğü için oğlu Seyfulislâm’ı bir Batılı gibi yetiştirip en iyi okullarda okutmuş, yönetimi onun ellerine bırakmayı ummuştu. Seyfulislâm da kurduğu bir vakıf aracılığıyla Libya içinde fakir-fukaraya yardım taşırken, dünyada ismi duyulmuş önemli kişileri sürecin sorunsuz gerçekleşmesi için yardımına çağırmıştı.

‘Kaddafi Vakfı’ yönetiminde yer alan Batılı bilimadamlarından biri de Prof. Barber... Kaddafiler’den Muammer olanının başına gelen malum: Linç edildi. Seyfülislâm hayatını değilse de parmaklarını kaybetti. Prof. Barber de bilim camiası tarafından bir kenara itilmiş durumda. ABD medyası yazdıklarına yer vermediğinden İngiliz Guardian’dan ara sıra baş gösteriyor o da...

Guardian’da çıkan son makalesi gerçekten göz açıcı. Bingazi’deki ABD Başkonsolosluğu’na yapılan ve büyükelçi dahil dört Amerikalı görevlinin canını kaybetmesiyle sonuçlanan saldırının ne ilk ne de son olduğuna işaret ediyor Prof. Barber... Yazıyı okuduğunuzda, ABD ve müttefiklerinin bölgeyi dönüştürme girişiminin, Libya’da ‘haydut devlet’ tanımı içerisine girme tehlikesi taşıyan bir yapı ortaya çıkarmakta olduğu sonucuna varıyorsunuz.

Devrimlerin her zaman olumlu sonuçlara yol açmadığı görüşünde Prof. Barber, özellikle de Batı açısından... “Diktatörlükleri devirdiğinizde demokrasi getirmiş olmuyorsunuz; anarşiye kapı aralıyorsunuz” diyor. Libya ona göre bugün o durumda; Suriye de yarın muhtemelen benzer bir duruma düşebilecek...

‘Anarşi’ sözcüğünü haklı gösterecek örnekleri var, Libya’dan: Hiçbir kurala kendilerini tâbi hissetmeyen 100 bin kadar milis varmış Libya’da ve ellerinde roketle atılan bombalar bile bulunuyormuş. Hükümet ellerinden silâhları almayı veya birbirlerine karşı kullanmalarına engel olmayı başaramamış.

Haziran ayında önce Bingazi’deki ABD Başkonsolosluğu önünde bir bomba patlamış, sonra da İngiliz büyükelçisini hedef alan bir bombalama eylemi yaşanmış... Silâhlı gruplar aylarca Libya’nın dört bir tarafındaki Sufi camilerini yağmalayıp yakmışlar; aşırı örgütler suçlanmış, ancak kimse tutuklanmamış... Mayıs ayında geçici hükümetin içişleri bakanının makamına saldırmış milisler, saldırıda dört kişi hayatını kaybetmiş... Zuvarah ve Ragdaleyn aşiretlerinin rakip milisleri Trablus’ta çatışmış; 22 kişi ölmüş...

Seyfülislâm Kaddafi’nin âkıbetini de onun yazısından öğrendim: Süreç planlandığı gibi gitseydi, Batılılar eliyle babasının koltuğuna oturtulacak oğul Kaddafi’yi Zintan adlı milis grubu yakalamış ve kendi cezaevinde tutuyormuş... Yargılanacağı Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından atanan avukatını da ellerinde tutuyormuş milisler... Ne yargılama, ne de resmi makamlara teslim... Hiçbir şey...

Liste devam edip gidiyor...

Hiç kuşkusuz, Libya diktatörü Muammer Kaddafi’nin devrilmesi iyi bir şeydi; ancak devrilme sonrasında işlerin hiç de bize yansıtıldığı gibi gitmediği de bir gerçek... Merkezi otorite güçsüz ve ülkenin bütününe hâkim olmakta zorlanıyor; o arada ellerine ağır silâhlar ve füzeler geçirmiş olan milisler de hâkimiyet kurdukları alanlarda kök söktürüyor.

Uğursuz filmin tetiklediği protesto olayları ‘bahar’ yaşamış diğer Arap ülkelerinde de otorite boşluğuna yol açabilir. Libya, Mısır, Tunus, Yemen gibi ülkelerde baş gösterecek ‘kaos’ İslâm Dünyası için yıkım demektir.

Film uğursuz, ama fâilleri daha az uğursuz değil: “Çevirenlerin bile izleme fırsatı bulamadığı, sadece YouTube’da fragmanına ulaşılabilen filmden insanlar nasıl haberdar oldu?” sorusunun cevabını biliyorum artık. Morris Sadek adlı Mısırlı bir Kıpti aktivist Gamel Girgis adlı gazeteciyi arayıp birkaç kez uyarmış... Sonrası mâlum...

Daha büyük oldu-bittilere hazırlıklı olalım.