Başlıktaki “bu” ifadesi için peşinen özür diliyorum. Tahfif peşinde değilim. Upuzun ismi başlığa sığdıramadığım için... Prof. Metin Feyzioğlu Bey’den söz ediyorum.
Kendisi, değerli bir akademisyen, kıymetli bir “savunma elemanı”dır. Bir Avukat’tır yani...
İyi bir avukat olduğu söyleniyor.
Feyzioğlu’yla ilk ne zaman teşerrüf ettik?
Galiba Ergenekon soruşturması başlayınca... O dönemde, sık sık ekranlara çıktı (bir üniversitede öğretim üyesiydi galiba, belki hâlâ öyledir) ve Ergenekon soruşturmasını eleştirdi.
Öğrencilerinden de bol alkış aldı.
Benim dikkatimi, daha çok, diyaloga açık bir görüntü vermesi, yumuşak üslubu ve müsamahakâr tavrı çekmişti; “Benzerlerinden farklı bir Kemalist” diye düşünüyordum; “konuşulabilir biri” gibi geliyordu bana.
Değilmiş.
Metin Bey, siyasetin dili sertleştikçe (Barolar Birliği’ne de başkan olunca) içindeki canavarı çıkardı; katı, sert, tahammülsüz ve kıyıcı bir adam olup çıktı.
Sonradan bir hususiyetini daha öğrendik:
Merhum Prof. Turhan Feyzioğlu’nun torunuymuş.
Hemen “Turhan Feyzioğlu kim?” diye bakalım.
Dede Feyzioğlu, CHP’nin mutemet adamlarından biriydi. Gençti. İstikbali parlaktı. Parmakla gösteriliyordu. Kemal Satır ve Kasım Gülek’le de yarış halindeydi. Paşa’nın koltuğuna yakışacak isimler arasında gösteriliyordu.
Sonra bir şey oldu.
İsmet Paşa, “Madem Türkiye İşçi Partisi bu kadar teveccühle karşılanıyor, o zaman biz de ortanın solundayız” dedi ve bir gece yarısı kararıyla CHP’yi “hafiften” sola çekiverdi.
Bu da dede Feyzioğlu’nun tepesini attırdı.
Partiden ayrıldı, (bir grup milletvekiliyle birlikte), amblemi “koç boynuzu” olan Cumhuriyetçi Güven Partisi’ni kurdu. “Biz sosyalizme ve liberalizme karşıyız, yolumuz Mustafa Kemal’in yoludur” diyordu ve “çağdaş bir yaşam” vaat ediyordu.
Cumhuriyetçi Güven Partisi, yola 47 milletvekiliyle koyulmuştu.
İlk seçimde bu rakam 15’e düştü.
Bir sonraki seçimde 13’e...
Sonra 3’e...
Derken 1’e...
İlk sınavında hatırı sayılır oranda bir oy almıştı ama “tutunamadı”; daha doğrusu “fizik yasalarının” önüne geçemedi ve buharlaşarak yok oldu. Dolayısıyla, CGP, buharlaşarak yok olan ilk ve tek Kemalist partidir.
Dede Feyzioğlu’nun bir özelliği daha vardı.
Sandıktan hoşlanmıyordu.
Sandık, çünkü, “Kemalizm’in yenilgisi” anlamına geliyordu.
Sandıkta mağlup oldukça, devlet kapıları da otomatikman aralanıyordu.
Sandığın galipleri (yani Menderes ve arkadaşları)27 Mayıs darbesiyle alaşağı edilince, Feyzioğlu’a bakanlık düştü... Önce “Kurucu Meclis” üyesi oldu, yani bu göreve “atandı”, sonra Milli Eğitim Bakanı oldu, İsmet Paşa’nın koalisyon hükümetinde de Devlet Bakanlığı’yla taltif edildi...
MC döneminde (yine hiçbir sandık başarısı gösteremediği halde), Başbakan Yardımcılığı’na getirildi.
12 Mart’ın darbe hükümetine giremedi ama partisinden 6 milletvekilini bakan olarak gönderdi.
Kenan Evren’in kurduğu darbe hükümetinde de “Başbakan” olacaktı. Direkten döndü.
Daha doğrusu generaller, “Bütün liderler gözaltında. Küçük bir partinin genel başkanını Başbakan yaparsak tepki toplarız” deyince, Kenan Evren tasarrufundan vazgeçti.
Hülasa, dede Feyzioğlu sandık sevmiyordu... Sandıktan uzaklaştıkça tekamül ediyordu.
Prof. Metin Feyzioğlu da dedesinin izinde.
O da sandık sevmiyor.
Sandıktan çıkanlara da iyi gözle bakmıyor.
Nitekim, Adli Yılın Açılış Töreni’nde bir konuşma yaptı ve sandık demokrasisine karşı “çoğulculuk” önerdi. “Biç çoğunlukçuluk değil, çoğulculuk istiyoruz” dedi
Peki, kendisi çoğulculuk ilkesine göre mi Baro Başkanı olmuş?
Hayır...
Sandıktan çıkmış ve Baro’yu “çoğunlukçu” bir mantıkla yönetiyor.
Demek istediği şu Feyzioğlu’nun: “Biz seçilirsek sandık iyi... Başkaları seçilirse kötü... Madem hep Erdoğan seçilecek, o halde sandık kötü...”