Burada hoca haklı!

Bir dergiden aradılar: “Kimleri okursunuz?”

Herkesi okurum... Herkesi de okumam aslında. Seçerim... Tahammülfersa bulduğum yazarları okumam mesela.

Hiçbir güç bana Emin Çölaşan’ı, Yılmaz Özdil’i, Mustafa Mutlu’yu, Bekir Coşkun’u okutamaz.

Soru, “muhalif basından kimleri?” şeklinde geldiği için, “muhalif” olduğu düşünülen isimleri sıralıyorum... Mehmet Yakup Yılmaz’a, “Yine üçte üç mü yapmış?” diye bakarım. Yanılmam. Üçte üç yapmıştır. Aferindir.

Murat Belge’yi hiç kaçırmam.

Murat Bey, giderek dramatik bir hal aldığı için, “öğretici” de oluyor bu okumalar. Galiba bir “zemin” arıyor Murat Bey.

İktidarın reform politikalarını hem destekliyor, hem desteklemiyor. Gezi isyanında ideal bir şeyler arıyor. Ama bulamıyor. “Akil adamlıktan” kaytardıktan sonra, eskiden olduğu gibi, “ortadan giden bilge” havalarına girdi/girmek istedi ama havasını bozdular.

Gidip gidip Gezi hadisesine tosluyor.

Bu konunda kafası hâlâ karışık...

Zaman zaman bu “isyan”ın (!), örneği sıkça görülmüş bir “27 Mayıs hazırlığı” olduğunu yazıyor, bunu anıştıran ifadeler kullanıyor. Sonra idealize etme gereği duyuyor ve işin hak-hukuk meseleleriyle de ilgili olabileceğini aklına getiriyor. Yan gözle de “mahalle”yi kesiyor. Mahalleden gelecek tepkileri fazlasıyla önemsiyor. “Önemsemiyormuş gibi” yapıyor ama bir tarafıyla yaralı olduğu için, önemsediğini gizleyemiyor.

Dönmek istiyor ama döneceği yerde kendisini nelerin beklediğini biliyor. Perinçek’ler “Gezi devrimine” konmasaydı, işi daha kolaydı.

Eskiden “Murat Belge ironisi” diye bir şey vardı. Şimdi “Murat Belge sinisizmi” var.

Eskiden eklektikti.

Hâlâ eklektik.

Her şeye rağmen okurum. Kafası karışık da olsa Murat Belge, Murat Belge’dir ve bir “değer”e tekabül etmektedir.

Ertuğrul Özkök’ü de okurum.

Kızarım, yazdıklarını “tehlikeli” ve “zararlı” bulurum ama illa ki okurum. Kendisini okutma becerisi gösteren müstesna isimlerden biridir. Bu da, nerden bakarsanız bakın, bir “yazarlık başarısı”dır.

Hayır, yazdıklarında “hakşinaslık” vehmedecek kadar yolumu şaşırmadım.

Kaç zamandır ihmal ettiğim sevgili Cengiz Çandar’ı, “Gezi isyanından” sonra yeniden keşfettim. Çandar’ın, “Bakın sefiller, dış politika öyle yorumlanmaz, böyle yorumlanır” demeye getirdiği yazılarında, nasıl derler, bir şirinlik, bir çocuksuluk, hatta sindirilmemiş bir bilgelik vardı. Bunun imtiyazını tepe tepe kullanırdı ve hiç de itici olmazdı. Şimdi, dağıtmış bir yazarla karşı karşıyayız. Ve müthiş öfkeli...

Neye karşı olduğu belli değil. Neye taraftar olduğu da belli değil.

Ne istediği hiç belli değil.

Bir devlet yetkilisi (faraza Başbakan), çağırıp, “Bu işi nasıl yapalım Cengiz Bey?” dese, bütün öfkesi dinecek gibi.

Hasan Cemal’i de okurum.

Hasan Cemal’i, ayrıca, çok da severim.

Naif bir adamdır Hasan abi... “Gezi isyanı” ve Mısır’daki darbe dengesini bozdu, durduk yerde içindeki yatışmış “devrimci”yi çıkardı, muhtemelen “buradan bir pozisyon elde edebilir miyim?” diye düşündü, belki de hayatına bir “heyecan” katmak istedi ama Hasan abi de bilir ki, Gezi türü “kalkışmalardan” bir devrim çıkmaz, buradan çıkacak devrim de bizi özlenen ve beklenen “hürriyet iklimine” taşımaz... (Bkz. Hasan Cemal imzalı “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım” adlı kitap... Hasan abinin de bu kitaba bakmasında yarar var.)

Dikkat ettiyseniz, Ertuğrul Özkök dışındaki son üç isim, kamuoyu tarafından “liberal” olarak biliniyor.

Bu vesileyle bir düzeltme yapmış olayım:

Sırf CHP’yi eleştirmesi ve yüzünün batıya dönük olması, o insanı liberal saymamızı gerektirmez.

Liberal çerçeve “toplumsal çoğulluğu” korur.

Haksız tanımlamalar yaparak, “liberalizmi darbe severlerin, toplum mühendisliği sevdalılarının, jakobenlerin elinde tepe tepe kullanılabilecek bir silâh hâline getirmemek” gerekiyor.

Burada Atilla Yayla hocam haklı.