Türkiye ve Yunanistan arasýnda baþlayan ve Doðu Akdeniz’i içine alan ve hattâ bütün dünyayý tehdit edebilecek bir ‘savaþ tehlikesi’, gerçekte iki ülkenin arasýndaki bir sürtüþmenin sonucu deðil..
Asýl mesele, ‘zýd deðer sistemleri’nin dünya çapýndaki sürtüþmesinin kaçýnýlmaz sonucudur.
1400 sene öncesinin Mekke’sini düþünelim..
Küçücük Mekke’nin ortasýnda, Hz. Peygamber (S)’in açtýðý ‘Lâilâheillallah’ bayraðý, (Allah’tan baþka bir ilâh yoktur..’) þeklindeki bir ‘tek tanrý’ ve ‘insanýn özgürlüðü manifestosu’,hemen hükmünü icra ediyor ve o küçücük þehirde bile insanlar kendi duracaklarý yeri hemen belirliyorlar ve ‘hür olarak yaratýlan insanýn, hür olarak yaþayabilmesi’ için gerekli mesajý taþýyan ve bir avuç insan tarafýndan yükselen bu sese karþý, neredeyse silme denilebilecek çapta bir þirk ve put düzeninin hâkim olduðu Mekke direniyor.
O sýrada, o çaðýn büyük ve güçlü devletlerinden, (Avrupa’dan bugünkü Anadolu, Ortadoðu ve Kuzey Afrika’ya kadar geniiiþ bir coðrafyaya hükmeden) Roma Ýmparatorluðu ile (bugünkü Ýran coðrafyasý merkezli olarak hükmeden) Sasânî Ýmparatorluðu arasýnda bir savaþ oluyor ve Roma Ýmparatorluðu yeniliyor.
Ve o çaðýn iletiþim imkânlarýný, hele de son 100-150 yýldýr var olan haberleþme teknolojisinin imkânlarýyla mukayese edelim.. Telgraf, telefon, fotoðraf makinesi, sinema, radyo, tv, internet, cep telefonu, sosyal medya vs. haberleþme-yazýþma imkânlarýndan hiçbirisi yok.. Sadece posta süvarileri veya eðitilmiþ güvercinlerle gönderilen mektuplar var.
Öyle bir zamanda, putperest Sasânîler’in savaþtan zaferle çýkmasý; ve -her ne kadar çarpýtýlmýþ, saptýrýlmýþ olsa bile- özü itibariyle, Hz. Ýsâ aleyhisselâm’ýn elinden sunulan ‘vahy-i ilâhî’ye baðlýlýk iddiasý taþýyan ve ‘Ehl-i Kitâb’ olarak nitelenen Roma Ýmparatorluðu’nun yenilmesi, Mekke’de düþündürücü bir ayrýþmaya yol açýyor: Müslümanlar üzülüyor; toplumun büyük kesimini oluþturan müþrikler ise, zafer kazanmýþ olmanýn sevinç gösterileri yapýyorlar.
Kur’an-ý Kerîm’de, Rûm Sûresi’nde bu durum anlatýlýr ve üzülen Müslümanlar, yakýn zamanda Rûm’un kazanacaðý müjdesiyle teselli edilir ve bir süre sonra o va’d-i ilâhî tahakkuk eder.
Ýnsanlar- toplumlar, kendilerine yakýn veya uzak, bütün hadiseleri ve geliþmeleri, derhal, inanç, ideoloji ve hattâ ýrk, renk ve cinsiyet farklýlýklarýna göre ânýnda deðerlendirmeye çalýþýrlar ve alenen ya da, derûnlarýnda þekillendirirler.
Bu, dün de böyleydi, bugün de böyle ve yarýnlarda da böyle olacak..
Nitekim, Doðu Akdeniz’deki gerilim de, aslýnda, toplumlarýn bilinç altlarýndaki yöneliþlere göre þekilleniyor.
Fransa Baþkaný Macron, Türkiye’ye örtülü bir tehdid kabilinden, Güney Kýbrýs’a savaþ uçaklarýný, hattâ uçak gemisini gönderiyor.
Oradan da Beyrut’a son 1 ay içinde ikinci kez gelip, Lübnan’da Hükûmet’in güçlü þekilde yeniden oluþturulmasý için üzerlerine düþeni yapacaklarýný açýklýyor.
Amerikan Hükûmeti’nin de, Güney Kýbrýs’a 33 yýldýr uyguladýðý silâh ambargosuna son verip, silâh satma kararý vermesi de yine ayný global dünya görüþünün sonucudur.
Yine bu günlerde, Ýsveç- Malmö’de ýrkçý bir siyasetçinin Kur’an Yakma saldýrganlýðý düzenlemesi ve bunun öylece geçiþtirilmesi..
Hatýrlayalým, 2 sene öncelerde de bir papaz, B. Amerika’da ayný þekilde Kur’an Yakma kampanyasý baþlatmýþ ve dünya kamuoyu karþýsýnda ‘insan haklarý havarisi’ kesilen Amerikan çevrelerinin tepkisi, ancak bir ‘sinek výzýltýsý’ derecesinde kalmýþtý.
5 sene kadar önce, sadece Hz. Peygamber (S) hakkýnda deðil, Hz. Meryem ve Hz. Ýsâ (a) hakkýnda da en alçakça karikatürleri yayýnlamýþ olan bir derginin idarehanesine yapýlan saldýrýda 10 küsur kiþi öldürülünce, bu ‘vahþîlik’ karþýsýnda dünya kamuoyu haftalarca aðlatýlmaya çalýþýlmýþtý.
Ama, þimdi ayný dergi ayný mahiyette karikatürleri, o saldýrýyý anmak adýna tekrar basýyor. (Fransa’daki Müslümanlar Birliði’nin baþkaný, ‘Karikatür yayýnlamak medya özgürlüðünün gereðidir..’ gibi zavallýca izahlar yaparken); Macron ise, ‘Yayýn organlarýna müdahale etmemiz sözkonusu olamaz..’ diye açýklama yapýyor.
Ne var ki, ayný Macron, kendisinin Beyrut’ta bir ‘Hizbull…’ lideriyle dün yaptýðý gizli görüþmeyi yazan fransýz Figaro gazetesinin muhabirini, ‘Yaptýðýn, Fransa’nýn menfaatine ve gazeteciliðin ilkelerine aykýrý bir miskinlikir..’ diye þiddetle azarlýyordu.
Evet, her bir insanýn/ toplumun, sadece kendi dar çevresinde deðil, bütün dünyada olup bitenler karþýsýnda hemen tavrýný belirtmesi, sahib olduðu ‘deðer yargýlarýna ve ölçüleri’ne göredir; ve bu, dünlerde de böyleydi, ama, belki farkedilemiyordu.
Günümüzde ise, her alanda ve her an, bir deðerler savaþý vardýr ve bu savaþ global plânda cereyan etmektedir.
Asýl mesele, dünyadaki geliþmelere hangi tarafta bulunduðumuzun þuûruyla bakmakta..
ÝKÝ NOT:
1- Merhûm Necmeddin Erbakan’ýn siyasî hareketleri içinde yer almýþ önemli bir isim olan ve 1-2 dönem Çorum Belediye Baþkanlýðý da yapan Prof. Ârif Ersoy da, fâni dünya yolculuðunu tamamlayýp, ebedî yolculuðuna çýkmýþ bulunuyor. Ârif Hoca ile, ‘fakir’ (3-4 yaþ önde olsam bile) ayný yaþ grubundan olduðumuz için, yarým asra varan bir âþinâlýðýmýz vardý. Almanya’da olduðum yýllarda Stuttgart, Köln gibi þehirlerde birçok kez bir araya gelip çeþitli mes’elelerimizi samimî bir þekilde konuþurduk.
Bu vesileyle Ârif Hoca’nýn ilginç bir hâtýrâsýndan bir kesiti -özetle- paylaþayým:
Turgut Özal’ýn vefatýndan sonra daha bir çalkantý geçiren iç siyasette, Ýslâmî eðilimli hareketler etkili olmaya baþlamýþ, mâlûm kesimleri de bir korku sarmýþtý. Ecevit, ‘Benim endiþem, iktidara gelirse, iktidarý bir daha býrakmýyacaklarý etrafýnda..’ diyordu..
Bu söz, birçok çevrede yankýlanmýþtý. Ârif Hoca da Ege Üni’de öðretim üyesi.. Üniversitedeki akademisyenler ‘Bizim Erbakan’a bir itirazýmýz yok, yeter ki halkýn oyu ile gelip gidileceðine söz versin.. ’ diyorlar.
Ârif Hoca, Erbakan Hoca’nýn Ege Üni’de bir konferans vermesi için teþebbüse geçiyor ve . akademisyenlerin talebini Erbakan Hoca’ya lisan-ý münasible aktarýyor. Ama Erbakan Hoca sessiz kalýyor. Ârif Hoca da konferans salonuna giderken bir daha hatýrlatýyor.
Bunun üzerine (merhûm) Erbakan, ‘Muhterem kardeþim, böyle bir söz vermenin mânâsý yok.. Çünkü, biz iktidara geldiðimizde, halk bizi býrakmayacak ki, gidelim!’ diyor.
Ârif Ersoy Hoca’ya çýktýðý ebedî yolculuðunda hayýrlar ve rahmetler diliyorum.
2- Ebediyet yolculuðuna çýkan ikinci isim, Sabri Özpala aðabey idi. Sabri aðabeyin ismi, Millî Gazete’nin künyesinde sahib olarak yazýlýydý. Onunla dostluðumuz 1975’lerde baþladý. Erbakan Hoca’nýn hareketinin içinde etkili olmasýna raðmen, ön plana çýkmazdý. Ama, bazý noktalarda yanlýþ yapýldýðý þeklindeki kanaatlerimizi birbirimize açýk yüreklilikle ve kendi aramýzda aktarýrdýk.
Sabri aðabey, önceleri kuyumcu imiþ..
1978’de, Kadir Mýsýroðlu ve Sabri aðabeylerle Caðaloðlu’nda giderken, ‘Üstad’ Necîb Fâzýl’ýn yolumuz üzerindeki bürosuna uðradýk.
Biraz sohbetten sonra, (merhûm) Necîb Fâzýl, cüzdanýný çýkardý; içinde çok sayýda binlikler vardý. Yaklaþan Ramazan münasebetiyle, o zamanlar çok yüksek tirajý olan Tercüman’da her gün yayýnlanacak iki beytinin (dört mýsraýnýn) karþýlýðý olarak, K. Ilýcak’ýn, ‘Her mýsraý bin lira eden büyük þair..’ diyerek (120 bin liralýk) toptan ödeme yaptýðýný söyledi ve ardýndan da, Sabri aðabeye dönerek, ‘Beyefendi, ben borcumu asla unutmam. 7-8 yýl öncelerde bizim delikanlýyý evlendirirken, sizden bilezik, alyans vs. almýþtýk, ya hakkýný helâl et; ya da hemen borcumu takdim edeyim’ deyince, Sabri aðabey de, ‘Aman üstadým, biz onu taa o zamandan helâl etmiþtik..’ demiþti.
35 yýllýk bir uzletten sonra yurda dönüþümde.. Sabri aðabeyle yeniden buluþtuk. Yaþý epeyce ilerlemiþti, ama, dünyadaki geliþmeleri ve Müslümanlarýn temel meselelerini yakýnen takib eden bir dikkat içindeydi ve özellikle merkezi, Fatih- Dülgerzâde Mescidi’nin arka sokaðýnda bulunan ‘ÝSAV’ýn (Ýslamî Araþtýrmalar Vakfý’nýn) çalýþmalarýna nezaret eden aðabeylerden birisiydi.
Sabri aðabey, bugün, Ýstanbul- Fatih Camii’nden Ýkindi namazýný takiben, Eyyûb Sultan’da defnedilecektir.
Sabri Özpala aðabeye çýktýðý bu ebedî yolculuðunda hayýrlar ve rahmetler diliyorum.