Bütün parmaklar onu gösteriyor

İçinde “28 Şubat” geçen yazılar yazmaktan pek hoşlanmıyorum, ama, bu tarihle ilişki kurmadığınız zaman da, önünüzde duran fotoğrafı okuyamıyorsunuz.

“Bu bir postmodern darbedir” demişti Erol Özkasnak.

Ve eklemişti:

“Tereyağından kıl çeker gibi, kimsenin burnu kanamadan yapılmıştır... Başarılı olmasında, Meclis’in de, sivil kamuoyunun da, Çankaya’nın da payı vardır.”

Doğrudur.

Bütün o “Beşinci Senfoni” salvoları, “İşte çağdaş Türkiye tablosu bu” ünlemeleri, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i darbenin başarısında “pay” sahibi kılıyor.

1991 seçimlerinde bütün stratejisini “Özal’ı yıpratma” üzerine kuran, Özal’ı Çankaya’dan indireceğini söyleyerek siyasette “hasım kavgası” dönemini başlatan Süleyman Demirel, Özal’ın “Birinci parti olarak çıkmış parti liderlerine hükümet kurma görevinin verilmesi yolunda yazılı bir kayıt bulunmadığı” yönündeki sözlerine sert tepki göstermiş, Cumhurbaşkanı’nın “görev verme” konusunda bir yetkisi bulunmadığını söyleyerek, şu açıklamayı yapmıştı:

“Çankaya’nın işi düğmeye basmaktır. Çankaya’nın hükümet verme yetkisi yoktur, bunu millet verir. Hükümet Çankaya’nın bir yerinde saklı da, kimse oraya çıkıp, elini uzatıp alacak halde değildir. Bu sürecin uzatılması, entrika ve hile olur. Anayasa’ya göre birinci parti hükümet olmaz da, sonuncu gelen mi olur? Çankaya padişah değil. Sadrazam da tayin etmiyor... Çankaya istediğine hükümet verebilir mi? Veremez. Her şeyin usulü, nizamı var. Millet hakkı var orta yerde. Sadrazamı millet tayin ediyor, Çankaya ona mührü veriyor.”   Demirel daha da ileri gitmiş, bu açıklamasından iki gün sonra, “Çankaya’nın hükümeti kurma görevini DYP’ye vermekte gecikmesi durumunda, kendisinin hükümeti kurma çalışmalarına başlayacağını” söylemişti.

Aynı Demirel, 28 Şubat sürecinde, hükümeti kurma görevini “birinci parti” olan RP’ye vermemek için olmadık atraksiyonlara girişti.

Bir ara “uzlaşma hükümeti” istedi.

Sonra dönüp, “geniş tabanlı kabine”de karar kıldı.

Ardından, seçimlerin “belirsiz bir tarihe erteleneceğini” söyledi.

Sonra da, siyasi gerilimi yatıştırmak adına, bir kısım bürokratın “daha az baskı yapacağını umduğu” bir hükümet formülasyonu üzerinde çalıştı.

Aslında, RP’yi (yeni adıyla FP’yi) görevlendirmemekle, “neyin olmayacağını” göstermeye çalışıyordu.

“Siyasi gerilimi yatıştırmak” misyonuna koşulmuş bir Cumhurbaşkanı’nın, öncelikle “gerilim”in iki ucunu da görmesi gerekiyordu.

Görmedi.

Görmek istemedi.

Bu nedenle, 28 Şubat Demirel’e çok şey borçludur.

Bugün “yolsuzlukla” özdeşleşen “ara-rejim hükümetleri”nin başarısında da yine zatıdevletlilerinin payı vardır.

Kayıtlara geçsin

Darbeleri Araştırma Komisyonu abuk sabuk adamları da dinliyor ve hayrettir ki, söylenenleri zapta geçiriyor.

Birini dinlemişler...

Mahalle ve ahlak değiştirmiş birini...

Efendim, askeri darbeye kışkırtan medya değilmiş... Asker zaten kışkırıyormuş. Medya da ona göre pozisyon alıyormuş.

Maaş aldığı adamın sorumluluğunu gözden kaçırmak bin dereden su getiriyor.

Sanki “topyekün savaş”lı, “Gerekirse silah bile kullanırız”lı, “Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin”li mutlu ve militarist manşetler kendi gazetesinde atılmadı.

Sanki irili ufaklı Tufan Türenç’lerden en iri olanı, “Daha ne bekliyorsunuz?” diye askere işmar çakmadı.

Sanki darbeye Pakistan Yüksek Mahkemesi’nden cevaz aranmadı.

Sanki “irtica.org” haberleri ilerleyen yıllarda grup gazete ve televizyonlarında geçit resmi yapmadı.

Utanmasa, 28 Şubat’ın kabahatini, 28 Şubat’ın şiddetine maruz kalanlara yıkacak.