Sadece gıyben tanışılanlar değil; kadîm dostlarımızdan bazıları bile istiyorlar ki, kendilerinin eleştirdikleri lideri ve icraatını biz de eleştirelim.
Bu gibiler, kendilerinin eleştirmek hakları olduğu kadar, başkalarının da kendilerine aykırı düşünüp destek verebileceğini kabullenmek istemiyorlar. Ayrıca, birilerini tatmin için yazı isteyenler, öyle davrananlardan daha sağlıklı bir tutum içinde olmadıklarını gözönünde bulundurmuyorlar. Kezâ, bir lider etrafında bu şekilde bir ‘yeminli husûmet cephesi’ oluşturanlar, onun arkasında, hele de bir takım makam-mansıb ve menfaatler için toplananlardan farksızdırlar.
Bu yüzden, bu gibi eleştirilere cevap vermek bile boşa nefes tüketmek oluyor.
Daha da ilginç olan, ‘eleştiri yapmanın ve hele de iktidarlara muhalif olmanın aydın sayılmak için gerekli olduğu gibi’ kof iddiaların yazılabilmesi.. Bu iddiaları safdilce doğru sanıp, ‘aydın’ sayılmak için ’koro’ya katılanlar, 90 küsur yıllık mevcut rejimin örtülü güçlerinin taktik ve hesaplarıyla hareket ettirilen kimseler durumuna düşürüldüklerini de göremiyorlar.
***
Bu noktada güyâ, en tutarlı talep ise ‘eleştirmeseniz bile, en azından, tarafsız kalınız..’ oluyor.
Ama ne demek, ‘tarafsızlık’?
Dünyanın en uzak köşelerinde olup bitenler hakkında bile, ulaşan haberlere göre hemen bir tavır takınan hele de günümüz insanının ‘tarafsız’lık iddiası ne kadar inandırıcıdır?
Bu satırların sahibi, olup biten her şeyi, -bildiği kadarıyla- ‘kesin doğru’ ölçülerinin ışığında değerlendirdiği ve bu yüzden asla ‘tarafsız’ sayılamayacağı gibi, başkaları da aynı şekilde, ‘kesin doğru’ kabul ettikleri kendi ölçüleri içinde hareket ettiğinden, tabiatiyle onlar da tarafsız’ olamazlar. Bî-taraf (tarafsız)olan, bertaraf olur.
Hatırlayalım, mecûsî Sasanî İmparatorluğu ile hristiyan Roma İmparatorluğu savaştığı ve ‘Ehl-i Kitâb’ olan Hristiyanlar yenildiği haberi, 13-14 asır öncesinin iletişim imkanları içinde Mekke’ye ulaştığı zaman; Mekke müşrikleri sevinmişler, ilk Müslümanlar ise hüzünlenmişlerdi. Bunun üzerine Rûm Sûresi’nde, ‘Ehl-i Kitâb yenilmişse de kısa zamanda zafer kazanacağı’ müjdesi verilmiş ve o müjde aynen tahakkuk da etmişti.
***
Elbette bir insanı hatasız düşünmek, asıl büyük hata ve yanlış olur ama kendi ‘taraf’ında yer alanların yanlışlarına yaklaşımı ile, ‘karşı taraf’ın bakışı bir değildir. Birincide ıslah yolunu seçilir; ikincisine karşı ise kendi dünyasının savunma mekanizmasını geliştirir. Ayrıca
2500 yıl öncelerde bile, Roma Hukuku tedvin olunurken, ‘Errare humanum est../ Hata, insanlar içindir..’ hükmü bir kural olarak temel alınmıştı.
***
Bu izahları kendi dünyamıza da tatbik edebiliriz. Onun 1994’de İstanbul BŞ. Belediye Başkanlığı’na seçilişinden bu yana, Erdoğan’ın çeyrek yüzyıl boyunca sadece ülke içine değil, bütün dünyaya verdiği mesajlar ve yaptığı hizmetleri görmezlikten gelenler, onun sadece şu son BM Genel Kurulu’nda ve diğer uluslararası görüşmelerde dile getirdiklerini bile hatırlasalar yeter. Bu zamana kadar o makamda olup da dile getiren başka birisi var mıydı?
Yalnızca bu ülkenin değil, dünya Müslümanlarının, mazlûm ve mustaz’af (hakları gasbedildiği için zayıf duruma düşürülmüş) halkların en hassas meselelerini en net şekilde dile getiren böyle bir lideri, başkaları kendi değer yargılarına göre eleştirebilirler. Ama ‘Ben bu milletin aslî değerlerine bağlı birisiyim’ diyenlerin, daha ideal olanları da istemeleri de elbette güzeldir; ama dünyanın realitelerinden kopuk, gelişigüzel eleştirilerle yol kesmeye, kösteklemeye çalışanların ‘taraf’ına düşmemeye dikkat etmesi gerekmez mi?