Büyük sınav, büyük risk, büyük fırsat

ÖSYM’nin YGS sorularının tamamını açıklamayacak olması, değişik tartışmalara yol açtı. Bazı yorumcu ve rehberlik uzmanları, bu uygulamanın dünyada olmadığını ve ÖSYM’nin yanlış yaptığını ifade ettiler. Siyasetçiler, gazeteciler ve yazarların da bir kısmı tartışmaya müdahil oldu. İki milyon kişinin gireceği bir sınavın bu derece tartışılması, gayet normal. Sorun, bu uygulamanın dünyada olmadığı şeklinde düpedüz yalan ve yanlış bilgilerle, sınava girecek öğrenci ve ailelerin kafalarının karıştırılmaya çalışılması. Konuya uluslararası uygulamalar ve bilimsel ölçütler açısından yaklaşmamız lazım.

Uluslararası uygulamalar

Geçmişte TOEFL ve GRE gibi sınavlara girmiş ve SAT ve ACT gibi sınavları yapan College Board ve ACT, Inc. adlı kuruluşları ve sınav süreçlerini bizzat yerinde incelemiş bir kişi olarak, sınava girecek öğrencilere ve velilerine şunu baştan ifade etmek isterim: Bahsi geçen ve uluslararası geçerliliği olan bu sınavların hiçbirinde, bir sınavın bütün soruları sınav ertesi açıklanmaz. Bir başka ifadeyle, ÖSYM’nin soruları açıklamaması veya çok az bir kısmını açıklaması, uluslararası örneklere bakıldığında yaygın ve zaten çok geç kalmış bir uygulama.

Soruların açıklanmamasının ölçme ve değerlendirme açısından makul bir sebebi var. O da hazırlanan soruların sadece bir defa değil, birden çok kullanılması ve böylece farklı zamanlarda yapılan sınavlar arasında da bir kıyaslama yapabilmeye imkân vermesi. Soruların açıklanmaması, daha doğrusu sadece “emekli” edilen ve artık kullanılmayacak eski soruların açıklanması uygulaması, gerek matbu gerekse de elektronik sınavlarda karşılaştığımız bir husus.

Türkiye’nin geleceği açısından konuya bakıldığında, tek bir sınavın öğrenciler üzerinde oluşturduğu baskıyı ülke olarak on yıllardır yaşıyoruz; dolayısıyla, alternatifler üretmemiz lazım. Bu çerçevede, gerek sınavın yılda birden çok yapılması gerekse de önceki yıllarda alınan bir sınav sonucunun daha sonraki yıllarda da kullanılabilmesi gibi imkânların zaman içerisinde araştırılması gerekiyor. Bir başka ifadeyle, her bir alternatifin avantaj ve dezavantajlarının YÖK, ÖSYM ve MEB gibi kurumlar tarafından ortaya konması ve kamuoyunda tartışılması lazım.

Son derece karmaşık ve teknik bir konuyu burada ayrıntısıyla değerlendirmem mümkün değil. Ancak özet olarak söylemeye çalıştığım şey, ÖSYM’nin uluslararası yaygınlığı olan bazı pratikleri benimsemesinde bir sorun yok çünkü bu pratikler önümüzdeki yıllarda değişik alternatifler arayışında olan Türkiye için son derece önemli olacak.

Şeffaflık

Soruların tamamının açıklanmasını savunan bazı kişiler, ÖSYM’nin yanlış soruları tespit edemeyeceğini veya etmeyeceğini iddia ediyorlar. “Şeffaflık” talep ediyorlar. Ancak her sınavda her sorunun herkesle paylaşılması tarzı bir şeyin, ölçme literatüründe karşılığı yok! Kaldı ki, soruların yanlış olup olmadığı yönündeki endişeyi gidermenin, soruların tamamının açıklanması dışında çözümü zaten var. ÖSYM, soru yani madde analizleri yapıyor. Bu istatistiksel analizler, yanlış soruları ele verebilmekte. Dahası, her aday isterse kendi kâğıdını görebilecek ve itiraz edebilecek.

Ayrıca, ÖSYM tarafından zaten ihtiyaç duyuldukça zaman zaman yapılan bir uygulama var. Bu uygulama çerçevesinde sorular bilimsel bir heyete inceletiliyor. Bu, daha sistematik yapılabilir. Böylece, soruların tamamı gruplara ayrılarak, bilimsel heyetlere inceletilir ve sorunlu maddeler tespit edilir. Bahsettiğim türden bir yöntem benimsenirse, o zaman, hem soruların bilimsel açıdan güvenilir olduğu teyit edilir hem de soruların tamamı kamuoyuna açıklanmamış olur ve böylece ilerde yapılması düşünülen elektronik sınav gibi yeniliklerin önü açılır.

Son olarak, bütün adaylara YGS’de başarılar diliyorum. Adaylar rahat olsun zira son yıllarda yükseköğretimdeki programlar artırıldı ve çeşitlendi. Öğrencilerin önündeki imkânlar daha fazla.

Herkesin çaba ve çalışmasının karşılığını alması dileğiyle...