Lafý evirip çevirmeye gerek yok, ortaya çýkan büyüme oranlarý düþük.
Geçen senenin ikinci çeyreðine göre yüzde 2.1’lik bir büyüme söz konusu.
2014’ün ilk çeyreðine oranla ise, mevsimsel etkilerden arýndýrýlmýþ biçimiyle, binde beþlik bir küçülme yaþanmýþ.
Bu oranlara bakýp “Fransa’da, Almanya’da büyüme daha da düþük” diyerek kendimizi kandýrmanýn bir anlamý yok.
Kamusal konulara özgürlükçü bir gözlükle bakmaya çalýþan biriyim, “kamu yararý” gibi kavramlara pek inanmam, bence “kamu yararý” demek küçük ama etkin baský gruplarýnýn kendi çýkarlarýný topluma dayatmasýndan baþka þey demek deðildir.
Kamu yararý gerekçesiyle kandýrýldýðýmýzda toplumda birileri kazanýrken ama birileri de hep kaybetmektedir.
Ancak, kamu yararý tanýmýna uyabilecek belki tek konu kabul edebilirim, o da “çevreye duyarlý sürdürülebilir büyüme” kavramýdýr.
Sürdürülebilir büyüme kavramý orta ve uzun vadede toplumun tüm bireylerinin, gruplarýnýn refahýný yükseltecek yegane konudur.
Türkiye de, bir biçimde, herkesin görüþlerini alýp, orta vadede yüzde altý ve yukarýsý bir büyüme oranýný kalýcý olarak yakalamak zorundadýr.
Yakalayamaz ise ne mi olur?
2023 hedefleri ulaþýlamaz olur, çözüm süreci lafta kalýr, toplumsal barýþ gerçekten tehlikeye girer, gelir bölüþümü daha da kabul edilemez hale gelir, fakirleþiriz, gençler iþ bulamaz hale gelir, siyasi istikrar, hatta demokrasi tehlikeye girer, vs.
Daha ne olsun deðil mi?
Siyasi iktidarý bekleyen en büyük tehlike de düþük büyümenin kalýcý hale gelmesidir.
Siyasi ve toplumsal muhalefet de düþük büyüme oranlarý karþýsýnda avuçlarýný ovuþturmamalý zira bu konu sýradan bir muhalefet konusu deðildir, hepimiz bu meselenin altýnda kalabiliriz zira yüksek büyüme bir kamu malý ise, kalýcý düþük büyüme de bir kamusal kötülüktür, herkesi olumsuz etkiler.
Bu konuda herkes, üniversiteler, sivil toplum kuruluþlarý, basýn 2004-2011 ortalamalarýna dönebilmek için akýllarýndan geçen tüm önerileri büyük bir samimiyetle dile getirmelidirler.
Siyasi iktidarýn da tüm bu önerileri ciddiye almak gibi bir mükellefiyeti vardýr.
Türkiye yaklaþýk sekiz yüz milyar dolarlýk milli geliriyle dünya ekonomisinin yaklaþýk yüzde biri, bu anlamda küçük bir ekonomi, bu ekonominin kalýcý bir büyüme için ihtiyaç duyacaðý dýþ kaynak giriþleri (FDI), DOÐRU POLÝTÝKALAR UYGULANABÝLÝRSE, abartýlmamasý gereken büyüklüklere tekabül etmektedir, yapýlabilir bir þeydir.
Bu hedefe yönelik olarak da yapýlmasý gereken ilk þey, küresel anlamda, ABD, AB standartlarýnda bir hukuk devletini kurmak ya da geliþtirmektir.
Baþlýkta “dedikodu” diye bir ifade kullandým.
Bu konunun gerçekliði konusunda bir bilgim yok, basýndan duydum, bu yüzden dedikodu diyorum, iddia, Hükümet programýna Sayýn Babacan tarafýndan konulan “Hukuk devleti olmadan güçlü ekonomi, kalýcý büyüme olmaz” ifadesinin bir aþamada programdan çýkarýldýðýdýr.
Temennim bu iddianýn gerçekten bir dedikodu olmasýdýr.
Þayet bu iddia doðru ise durum gerçekten sýkýntýlýdýr, zira hukuk devleti olmadan sürdürülebilir büyümenin olamayacaðý 21. Yüzyýlýn temel bir gerçeðidir.
Ben de bir günlük gazetede köþe yazýlarý yazýyorum ama, daha önemlisi, üniversitede öðretim üyesiyim, benim de ülkemin büyüme sürecine bir katkým olacak ise, bu iliþkinin doðruluðunun altýný, basýnda, üniversitede, her yerde ýsrarla çizmem olacaktýr.
Çevremize bir bakmamýz yeter, yurttaþlarýna kalýcý refah üreten ülkeler sadece batý standartlarýnda hukuk devletleridir.
Hep ayný konuya vurgu yapýyorum, benimki de bir tür asr-ý saadet arayýþý gibi bir þey oluyor, ülkemizin menfaati AK Parti’nin 2003-2010 politikalarýna inandýrýcý dönüþüdür.