Geçtiðimiz hafta sonu Suriye’nin geleceði adýna umut verici bir geliþme yaþandý. Katar’ýn baþkenti Doha’da bir araya gelen muhalifler, Suriye Ulusal Koalisyonu (SUKO) adlý yeni bir çatý altýnda birleþtiler.
Daha önceden kurulan ve Türkiye’nin de desteklediði Suriye Ulusal Konseyi’ni de içine alan, ama ondan daha geniþ bir zemine oturan SUKO’nun ne kadar baþarýlý olacaðýný göreceðiz.
Ben, kendi adýma, bu koalisyonu destekliyor ve Þam’daki katliamcý rejimi devirip bu komþu ülkede bir demokrasi kurmalarýný can-ý gönülden diliyorum.
Fakat bugünkü niyetim, SUKO’nun baþarý þansýný deðil, liderliðini irdelemek. Çünkü geniþ bir uzlaþýyla bu koalisyonun baþkanlýðýna seçilen Þeyh Ahmed Muaz el-Hatib’in kimliði epey enteresan:
Hem bir din alimi hem de bir jeofizik mühendisi olan el-Hatib, Þam’daki büyük Emevi Camii’nin de uzun süre imamlýðýný yapmýþ.
Bir baþka deyiþle, demokratik bir Suriye kurulduðunda devlet baþkaný olabileceði de konuþulan muhalefet lideri, bir “cami imamý.”
Bu ise, “cami imamý” kavramýný ancak küçümseyerek ve hatta yüzlerini buruþturarak telaffuz eden Türk laikçileri açýsýndan epey ezber bozucu bir tablo.
Din ve Demokrasi
Evet, dini referanslarla düþünen ve davranan aktörlerin siyasette yer almasý, Türk laikçileri açýsýndan asla kabul edilemeyecek bir “ gericilik”tir. Bir ülkeye demokrasi gelmesi için de evvela bu “ geri” durumun önlenmesi ve siyasi sahnenin sekülerize edilmesi (dinden arýndýrýlmasý) gerekir.
Hürriyet yazarý Ertuðrul Özkök, yakýn zaman önce bu yaklaþýmýn tipik bir örneðini göstererek Arap Baharý’ndaki Ýslamcý faktörüne dudak bükmüþ ve “camiden demokrasi çýkar mý” diye sormuþtu. Ona göre camiden çýksa çýksa otoriterlik çýkardý.
Oysa modern demokrasilerin tarihine baktýðýmýzda dinin özgürleþtirici bir rol oynadýðýnýn pek çok örneðini görebiliriz.
ABD tarihindeki en önemli insan haklarý mücadelesi olan “Sivil Haklar” hareketi (beyaz ýrkçýlýðýna karþý eþitlik mücadelesi) baþka her yerden çok kiliselerde örgütlenmiþtir mesela. Amerika’nýn en büyük özgürlük kahramaný Martin Luther King, bir “kilise vaizi”dir. Yani, bizdeki “cami imamý”nýn muadili...
Bu gibi Batýlý örnekler karþýsýnda bizim laikçiler “iyi ama onlar Hýristiyan, bizim Müslümanlar ise mutlaka otoriter oluyor” diye cevap verirler.
Oysa kendi coðrafyamýza biraz daha derinlemesine bakarsak görürüz ki, sorun Müslümanlarýn otoriter olmasý deðildir. Sorun, bu coðrafyadaki hemen herkesin otoriter olmasýdýr!
Bunu en iyi Türkiye’de görmedik mi? “Ýslamcýlar gelirse yaþam tarzý dayatýrlar” diyen Kemalistlerin kendileri “yaþam tarzý dayatma”nýn âlâsýný 80 küsur yýl boyunca hoyratça yapmadýlar mý?
“Þapka devrimi”nden tutan da “ikna odalarý”na kadar...
Herkes için özgürlük
Durum böyledir, çünkü Ortadoðu’daki yaygýn otoriter kültür, Ýslam’ýn bir ürünü deðildir. Ondan çok daha eski ve köklü kaynaklardan gelmektedir.
Ancak bu otoriter kültür Ýslam’ýn yorumlarýný kýsmen etkilediði için, modern Ýslamcý hareketlerin özgürlük karnesi pek parlak deðildir.
Çözüm ise, Ýslamý hareketleri ve aktörleri siyasetten dýþlamak deðil, herkesi kapsayýcý bir demokrasi dili inþa etmektedir.
Þeyh Muaz el-Hatib, basýndan okuduðumuza göre, tam da bunu baþarabilecek bir isim. “Biz herkes için özgürlük talep ediyoruz” diyor, sosyal adaleti ve çok partili sistemi savunuyor, mezhepçiliðe karþý çýkýyormuþ.
Bu çetin ama doðru yolunda kendisine Allah’tan yardým diliyorum.