Can Dündar’ın yaptığı gazetecilik değildir!

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurularını değerlendirerek salıverdiği Cumhuriyet gazetesi yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül, yargılamanın bundan sonraki safhalarında tutuksuz yargılanacaklar. Siyasi boyutları olan önceki davalar gibi bu dava için de benim başından beri kanaatim, genel kaide aslında: “Tutuksuz yargılama esas, tutukluluk istisnaidir, lüzum görülmedikçe sanıklar tutuksuz yargılanabilir.”

Lakin Dündar’ın salıverilme anında kameralara karşı kurduğu “hesap verecekler” ve “Erdoğan’a doğum günü hediyesi vermek istedik” cümlelerindeki; daha sonra bir televizyon kanalında “bizim için tekrar cezaevi gibi bir süreç mümkün değil” iddiasındaki kifayetsiz küstahlığı bir yana koyarsanız, güvendiği şeyin ne hukuk ne de gazetecilik olmadığını anlarsınız.

Şımarıklığın kaynağı muhtemeldir ki gözden düşmüş bir romantik Kemalisti ve köklü bir ulusalcı-Kemalist gazeteyi –bile- ele geçirip Türkiye’ye karşı operasyon yapabilen Fethullah Gülen yapılanmasıdır. Esasen ise MİT TIR'larına operasyon yapan istihbarat örgütü hangi ülkeye-ülkelere aitse onlardandır.

Can Dündar’ın yaptığı gazetecilik değildi, Türkiye’nin menfaatleri aleyhine -başka bir ülkenin paralel yapının savcılarına yaptırdığı operasyonun medya ayağında rol almaktı. Dündar bu role sadece iktidar karşıtlığından, Erdoğan düşmanlığından mı evet dedi yoksa olası profesyonel bir ilişki içinde mi bilmiyoruz. Mahkeme işte bunu açığa çıkarmalı. 

Ama şunu biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Suriye’deki Türkmenlere devlet kararıyla ve MİT eliyle ulaştırmaya çalıştığı yardımlaraReyhanlı patlamasını “bilerek önlemeyen” ve 52 vatandaşımızın ölmesine sebep olan savcı Özcan Şişmandevlet hiyerarşisi dışına çıkıp Fethullah Gülen hiyerarşisine uyarak tamamen yetkisiz ve kanunsuz şekilde bir operasyon yaptı. Operasyonda medyaya da rol verilmişti. İlk “haber” operasyona mevcutlu giden Cihan Haber Ajansına yaptırıldı. “Zamanlama manidar”dı:  Cenevre-2’den önceydi ve 120 ülkenin büyükelçisi Adana’daydı. “Etki ajanlığı” diye nitelenen ikinci iş 7 Haziran’dan hemen önce Can Dündar’a verildi. 5N1K’dan yoksun, dayanaksız ve bayatlamış iddia Cumhuriyet’e “kakalandı”.

Operasyonların yarattığı türbülansla Türkmenlere yardımlar kesintiye uğradı ve Tel Abyad düştüBayırbucak Türkmenleri aç biilaç kaldı. Sadece stratejik noktalar değil okul-hastane gibi sivil alanlar da bombardıman altında kaldı. Binlerce sivil öldü.

Türkiye uluslararası alanda sıkıştırıldı. MİT TIR'larına operasyon Türkiye kendi sınırındaki saldırıları göğüsleyemesin, sınırın öte yanındaki Türkmenlerin, Arapların ve Kürtlerin imdadına koşamasın diye yapılmıştı. Can Dündar işte bu operasyonda yer aldı. Çoluk çocuk Türkmenlerin ölümüne hizmet etti. Ayrıca Reyhanlı’da 52 kişinin ölümünden sorumlu olan savcıyı aklamaya çalıştı.

Kimse bunun gazetecilik olduğunu iddia etmesin. Manşetten Türkiye’nin IŞİD’e silah gönderdiğini iddia edip aynı haber içinde bırakın iddiasını ispat etmeyi, bir kere bile tekrar etmemek, alakasız yerlerden apartılmış fotoğraflarla, paralel yapının eline verdikleriyle kendi ülkesine operasyon çekmek gazetecilik değildir. Zaten Dündar gazetecilikten değil terör örgütü üyeliğinden ve casusluktan, etki ajanlığından yargılanıyor.

Hükmü davaya bakan mahkeme verecek, Anayasa Mahkemesi değil. Çünkü AYM temyiz mahkemesi değil. AYM’nin kararı bu nedenle çok sorunlu: Yetkisini aşarak esasa giriyor ve yerel mahkeme üzerinde vesayet kuruyor.

Paralel yapının otuz yıldır neden dindar kisvesiyle gasp ettiği çocukları emniyet ve harp akademilerinin yanı sıra hukuk fakültelerine yönlendirdiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Elemanlarının alt mahkemeler gibi üst mahkemelere de yerleştiği tehlikeli bir süreci hep beraber yaşıyoruz ve acı olan şu ki Nutuk’taki “memleketin bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş…” uyarılarını ağlayarak tekrarlayan Kemalist ulusalcı çevreler, Cumhuriyet gazetesi ve CHP’nin zapt edilmesiyle bugün tam da Mustafa Kemal’in dediği gibi “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içinde.