Bugün 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101. yıldönümü.
Bugün o kahramanları anmadan geçmek olmaz. Ama tarihi bir olay hakkında her sene farklı şey yazmak da bana zorlama olarak geliyor.
Dolayısıyla geçen sene bu köşede 17 Mart günü yazdığım makalenin bir bölümünü aktarmak istiyorum.
***
“20. yüzyılın en büyük savaşlarından ilki olan Çanakkale savaşlarında Osmanlı’nın 2 zaferi vardır: Birincisi 19 Şubat 1915’de başlayıp 18 Mart’ta elde edilen Deniz Zaferidir.
İkincisi de 25 Nisan 1915’te başlayıp 8 Ocak 1916’da biten Çanakkale Kara Savaşlarıdır.
Benim bugün temas etmek istediğim asıl konu ne deniz ne de kara savaşlarının kahramanlarıdır.
Asıl yazmak istediğim bir bütün olarak Çanakkale Zaferi’nin (Eğer zaferse, zafer olmadığını Çanakkale’nin geçilmesinin daha faydalı olacağını söyleyenler de var!)gerçek kahramanına işaret etmektir.
***
Çanakkale Zaferi’nin gerçek kahramanı devrik sultan 2. Abdulhamid Han’dır.
Evet yanlış duymadınız, dönemin padişahı Mehmed Reşad değil, Beylerbeyi’nde mecburi ikamete tabi tutulan devrik sultan 2. Abdulhamid Han’dır.
Çünkü dönemin iktidar partisi İttihad ve Terakki bırakın Çanakkale’de savunmayı İstanbul’dan bile çekilmeyi kararlaştırmıştı!
***
19 Şubat 1915 tarihinde düşman donanması Çanakkale Boğazı’na hücum etmeye başlamış, boğazın girişini ele geçirmişlerdi. Donanma Komutanı Amiral Carden İngiltere’ye bir telgraf çekerek, “14 gün sonra İstanbul’da olacağız” diye yazmıştı.
İttihatçılar artık savunmamızın dayanamayacağına inanmışlar başkent İstanbul’un boşaltılarak Eskişehir ve Konya’ya nakledilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına karar vermişlerdi. Eskişehir ve Konya’da padişahın meclisin ve bakanların yerleşeceği binalar ayarlanmış tefrişi yapılmıştı. Hangi vasıtalarla intikal edileceği planlanmış ve cepheden her 10 dakikada durum raporu istenmiştir.
***
Anadolu’ya geçme planları yapılmıştı ama bir sorun vardı. İttihatçıların tahttan indirdikleri sabık sultan 2. Abdulhamid Beylerbeyi sarayında zorunlu ikamete tabiydi ve onu da götürmek gerekiyordu. İstanbul’da bırakılırsa işgal güçleri onu padişaha karşı kullanabilirdi. Fakat 33 sene memleketi idare etmiş dirayetli Sultana bunu kim anlatacak ve kim ikna edecekti.
***
Tartışmalardan sonra Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın başkanlığındabir heyet durumu Beylerbeyine giderek anlatma kararı verdi. Gittiler, Paşa durumun nezaketini anlattı. Sabık Sultan paşanın sözü bitince konuşmaya başladı.
“Şevketli biraderimin hak-i paki şahanelerine arz-ı ubudiyet ederim. Endişeleri gayri varittir. Eğer dokunulmamış ise Çanakkale’yi ben zamanında fevkalade tahkim etmiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir. Amma farzı muhal olarak öyle bir felaket başa geldiği takdirde Hakan’ın yapacağı şey tacını tebaasını terk ile kaçma zilletini işlemek değil, eyvanı payitahtının taşları altında canını feda etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman Bizans imparatoru Kostantin kaçmayıp harp ede ede yıkılan kalelerinin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir.
Biz Fatih’in soyu, Kostantin’den geri kalmayız. Zat-ı şahaneye böylece arz edin müsterih olsunlar ve ezeli iradeye boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar. Düşman buraya giremez. Bana gelince ben artık bir yere gitmem. Yegane arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümet-i seniyyeden bu arzuma yardımcı olmalarını dilerim.” der herhangi bir cevaba mahal bırakmadan kalkıp odadan çıkarak görüşmeyi bitirir.
***
33 yıl Osmanlı mülkünü idare etmiş bu tedbirli padişahın kararlı ve isabetli tavrı Çanakkale Boğazı’nın geçileceği ihtimaline kanaat getiren maceracı İttihat ve Terakki iktidarını bu riskli karardan vazgeçirmiştir.
Çanakkale’de direniş ondan sonra başlamıştır.
Büyük adam sarayda da büyüktür sürgünde de.
Mekanları cennet olsun.”