Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Çankaya öncesi son çıkış

Siviller eliyle yapılmış olan yeni bir anayasaya olan ihtiyaç tartışmasız bir gerçektir. Yeni bir anayasa olmalı ve bu da mümkünse ortak parlamento iradesiyle yapılmalı. Çünkü, mevcut parlamento hem katılım hem de temsil açısından mükemmele yakın bir bileşimi temsil ediyor. Yüzde 10 seçim barajı olmasaydı bile oluşacak tablo hemen hemen böyle olacaktı.

Şu halde, anayasa yapmak için de ideal kadro Meclis’tedir. Hedef ideal, kadro ideal ama görünen o ki anayasaya ulaşmak için bu idealler yeterli olamıyor...

Türkiye, bu çapta yüksek değerde siyasi projelerde daha
önce de sorun yaşadı. 2006’dan beri Cumhurbaşkanlığı seçimi, 367 vak’ası, halkın Cumhurbaşkanını seçmesine imkan tanıyan düzenleme, Ergenekon davaları, parti kapatma girişimi, 2009 çözüm süreci ve nihayet 2010 referandumu ve bugünkü çözüm süreci...

Erdoğan’ın yöntemini öğrendik

Her olay sonuçta bize Tayyip Erdoğan’ın değişmeyen bir siyasi çözüm yönteminin varlığını gösterdi. Çözüm için çağrı yapıyor ve muhataplarını bilikte çalışmaya davet ediyor. Muhatapları; yani CHP, MHP ve harici unsurlar asker, yargı, bürokrasi ve medya ise her defasında bırakın işbirliğini ilk andan itibaren kesin bir itirazla karşılık veriyor.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde, 367’de, Ergenekon’da, AK Parti kapatma davasında, referandumda, Kürt meselesinin çözüm süreçlerinde hep böyle oldu...

Özellikle CHP ve eski askeri-yargısal müttefikleri sahip oldukları yüksek özgüven nedeniyle birlikte çalışmayı asla düşünmediler.

Sonra ne oldu?

CHP, MHP, asker, yargı ve medya Erdoğan’ın çözüm ortağı olmayınca süreçler yarım mı kaldı? Görüyoruz ki, hayır...

Çağrısına cevap alamadığı durumlarda Erdoğan kendi yolunu
çiziyor ve hedefine de ulaşıyor.

Siyasi kararlılğını ortaya koyuyor, gücünün sonuna kadar gidiyor; gücünün yetmediği noktada ise halk desteğini almayı başarıyor. 2007 ve 2011 seçimleri, 2007 ve 2010 referandumları bu gerçeği teyid ediyor.

CHP bugün yarından daha güçlü

Başta CHP olmak üzere muhaliflerinin Erdoğan’a dair bu ezberden çıkarmaları gereken bir ders var.
Anayasa ve çözüm süreci kaçınılmaz olarak tamamlanacaktır. Dosya bir kere açılmıştır çünkü... Sorun, CHP’nin bu süreçlere katılıp katılmayacağıdır.

CHP, 2010 referandumundan sonra asker ve yargıyı kaybetmişti. Çankaya’yı ise çoktan kaybetmişti.
Önümüzdeki yılın ortalarında Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Cumhurbaşkanı halk oyuyla seçilecek ve eğer Köşk’e yeniden bir AK Partili çıkacak olursa bu özellikle CHP’nin sistem üzerindeki ağırlığının bir parça daha azalması anlamına gelecek. CHP bir seçimde ve bir ünitede daha tercih edilmemiş olacak. Halk oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı, AK Parti iktidarından değil tahmin edileceği gibi CHP muhalefetinden rol çalacak.

Dolayısıyıla CHP, tam bugün sivil anayasa ve çözüm süreci için son şansa sahiptir. Yeni Türkiye’de pay sahibi olmak için bu süreçlere katılımdır. Ana muhalefetin önünde Yeni Türkiye için bu son fırsat biletini kullanmaktan başka rasyonel siyaset görünmüyor.

Aksi takdirde hem CHP kurumsal olarak küçük kalmaya, hem de tabanı uzun yıllar (belki on yıllar) mutsuzluğa mahkum olacak.

Çünkü, anayasa yapılamazsa toplum ilk seçimde bu sorunu; nasıl 2007’de Cumhurbaşkanlığı sorununu çözdüyse, nasıl 2010’de küçük anayasa paketi sorununu referandumla çözdüyse yine öyle çözecektir.

O gün geldiğinde CHP’nin bugünkünden çok daha az söz sahibi olacağını da bilmem söylemeye gerek var mı!

BU SÖZLERİN SAHİBİ ÇÖZÜM İSTİYOR DEMEKTİR

“İnsan ne kadar onurluysa, insan ne kadar onur sahibi ise ondan mürekkep toplum veya millet de o kadar onuru hak etmektedir... Kesret değil vahdet, ayrılık değil kavuşma, tefrika değil birlik, kavga değil kardeşlik, küslük değil kucaklaşma hepimizin üzerinde durmamız ve söz birliği etmemiz gereken manevi vecibelerdir” diye başlayan bir konuşma.

Şöyle devam ediyor:
“Maksat ikilik değil birliktir. Amaç iki olmak değil birde buluşmak, biri savunmak ve birlik hukukunu sahiplenmektir. Yüce Rabbimiz’in yanında üstünlük derimizin rengine, kökenimizin ne olduğuna, nerede doğduğumuza ve nereli olduğumuza göre tayin edilmemiştir.

Biliyoruz ki, üstünlük ırka, mezhebe, soya göre belirlenmemiştir. Yine üstünlük sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal avantajlara göre şekillenmemiş, üstünlüğün sınırları bunlara göre çizilmemiştir.

Tereddütsüz iman ettiğimiz gerçek şudur ki, Allah katındaki üstünlük takvadadır.... Bu itibarla kutlu dinimiz İslam’ın özünde kardeşlik, gerçek anlamıyla barış ve huzur içinde birlikte yaşama ülküsü vardır.

Resulullah, ilkel tercihleri aşarken, kavmiyetçi körlükleri eritirken, sakat gelenekleri ve yapay düşmanlıkları törpülerken karşısına çıkan hiçbir
engele aldırış etmemiş, en büyük gücü olan Allah inancından hiç sapmamıştır.... İhtiyacımız olan hikmeti, huzuru ve kardeşliği sevgili Peygamberimizin nurlu hayatında arayıp bulabileceğimize canı gönülden inanıyorum.”


Bu sözler, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Kutlu Doğum Haftası açılış konuşmasından. Devlet bey, “İslam temelinde kardeşlik”ten söz ediyor. Yani Türklerle Kürtleri anlatıyor. “Allah katında üstünlük takvadadır” diyor yani Türklerle Kürtler arasındaki ilişkinin prensibi ortaya koyuyor. “Üstünlük derimizin renginde, kökenimizde değil” diyor, Türklerle Kürtlerin bir arada yaşama felsefesini ifade ediyor. İyi yapıyor.

O halde aradaki sorunun çözümü için geriye ne kalıyor?
Bahçeli’nin bu cümlelerinin altına imza atıyor ve yaşadığımız gergin günlerde “akil” bir ses olarak kaydediyorum.