Cari açık, işsizlik ve hukuk

Hafta başında cari açık büyüklükleri ve işsizlik rakamları açıklandı. 

Ağustos 2014 cari açık büyüklüğü 2.76 milyar dolar, yıllıklandırılmış bazda 48.86 milyar dolar, Ocak-Ağustos döneminde ise 29.6 milyar dolar.

Merkez Bankası cari açık verileri beklentilerin altında.

Bu görüntü bir açıdan iyi, bir açıdan da kötü.

Aynı gün Türkiye İstatistik Kurumu işsizlik verilerini de açıkladı.

İşsizlik oranı 9.1’den 9.8’e, tarım dışı işsizlik ise yüzde 11.1’den yüzde 12.0’a yükselmiş bulunuyor.

Bir iktisatçı için işsizlik oranları yükselirken cari açığın düşmesi son derece normal.

Cari açık verilerinin beklentilerin altında gelişi bir açıdan iyi, kur üzerindeki baskıların bir bölümü hafifleyebilir, çok önemli noktalara gelmiş özel sektör dış borcu riski stabilize olabilir.

Cari açık verilerinin beklentilerin altında oluşu bir açıdan da kötü zira bu veri işsizlik artışı ile yani büyüme oranlarının düşüşü ile uyumlu.

Cari açığın düşme eğiliminde oluşu, aylık beş-altı milyar dolarlık açıklardan 2.76 milyar dolara düşmesinin temel belirleyicisi büyümenin yani enerji talebinin, yatırım ve ara mal talebinin düşmesi.

Her zaman, her yerde söylemek gerekiyor, 2001 krizinde Türkiye ekonomisi cari fazla vermiş idi.

Oysa, büyümenin tavan yaptığı 2007, 2010 gibi senelerde cari açık yetmiş milyar dolara yaklaşıyordu.

Hangisi tercih edersiniz sorusu çok saçma kaçabilir değil mi?

Birileri de çıkar size “biz ekonomiyi cari açık vermeden büyüteceğiz” derse yapılması gereken o kişiyi, kurumu ya da partiyi yalan ya da varsa aptallık makinasına sokmaktır.

Ancak, kur krizleri yaşamadan cari açık meselesi bela olmadan hızlı büyümek de mümkün.

Dikkat ederseniz cari açık vermeden değil, cari açık meselesi bela olmadan büyümek mümkündür demeye getiriyorum.

Türkiye ekonomisi dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde biri kadar bir ekonomi.

Yüksek büyüme oranlarının üreteceği yüksek cari açık miktarı elli, altmış milyar dolar civarında.

Dünya ekonomisi 75 trilyon dolar kadar, bu miktarın on trilyon dolarını biraz aşan kısmı tasarruf ediliyor, bu küresel tasarrufun da dört trilyona yakın bir bölümü her sene yatırım için, plasman için yer arıyor.

Yer ararken de en önemli kriter güvenlik yani hukuk güvenliği meselesi.

Ekonomide hukuk güvenliği demek bir ülkeye para sokarkenki koşulların çıkarken değişmeyeceğine olan sarsılmaz inanç ve etkin yargı yolları.

21. yüzyılda evrensel hukuk kriterlerine en yakın ülkeler en hızlı büyüyen ekonomiler olacak.

Çünkü en fazla küresel tasarrufu bu ülkeler kendi ekonomilerine çekebilecekler.

Düşük ücret düzeyleri artık yatırım sermayesi çekmekte bir avantaj değil, hatta dezavantaj.  

Zira düşük ücretli ekonomi demek büyük ölçüde yetersiz beşeri sermaye de demek.

Meseleyi köşeli koymakta fayda var.

Evrensel hukuk çizgilerinden uzaklaşmanın maliyeti düşük büyüme, yüksek işsizlik.

Demokratikleşmeye, hukuk devletine direnmenin maliyeti fakirlik olacak ise, bu direnişe değer mi?

Göreceksiniz, göreceğiz, Sisi’lerin, Esat’ların, başka diktatörlerin yönettiği ülkeler kavruklaşmaya devam edecekler.

Hukuk-ekonomi olumlu, yükselen sarmalını anlamayanlar 21. Yüzyılda büyük maliyetler ödeyecekler.

Demokrasi, evrensel hukuk ve zenginlik mi?

Anti-demokrasi, anti hukuk ve fakirlik mi?

Hem hukuksuzluk hem zenginlik artık mümkün olmayacak, bunu iyi görmek lazım.

Evrensel hukuktan her sapma, her ülke için, biraz daha fazla fakirlik ve işsizlik demek.