Eski yýllarda câsus denildi mi ortalama bir Türkün aklýna ilk gelen isim “Ýngiliz Kemâl” olurdu. Asýl adý Ahmet Esat Tomruk (1887-1966) olan bu Türk, gerek I. Cihan Harbi’ne tekaddüm eden yýllarda gerekse Millî Mücâdele sýrasý istihbârat alanýnda fevkalâde baþarýlý olmuþ bir ajandý. Anadili derecesinde iyi Ýngilizce, ayrýca akýcý þekilde Fransýzca, Ýtalyanca ve Rumca bildiði için Türkiye’nin o zamanki hasým ve düþmanlarýndan pek çoðunun diplomatik ve askerî çevrelerine sýzmayý baþarmýþ, bâzen mîrasyedi bir Amerikalý bâzen zevki için seyahat eden zengin bir
Ýngiliz pozunda son derece deðerli bilgiler toplayarak bunlarý önceleri Ýstanbul’a ve sonralarý da Ankara’ya ulaþtýrarak vatanýna büyük hizmetlerde bulunmuþdur.
Türkiye’de sinema iþini gerçekden bilen ve az çok kültür sâhibi prodüktörler, senaristler ve rejisörler olsaydý Ýngiliz Kemâl’in hayâtý þimdiye kadar en az beþ altý kere beyaz perdeye aktarýlmýþ bulunurdu. Kuru kuruya biyografisini okumak bile insana âdetâ bir mâcerâ romaný lezzeti verir Ýngiliz Kemâl’in...
Ne yazýk ki bizim sinema “kültürümüz” kamera karþýsýnda Zeki Mürenleri zýrlatýp Münir Özkullara kendi klaslarýnýn da aþaðýsýnda soytarýlýk ettirmekden ötesine pek akýl erdiremediðinden, eldeki “malzeme”ye uygun filmlerin çekimi de muhtemelen en aþaðý 2020’lere 30’lara varacaðý için benim izleme þansým olmayacak.
Daha sonraki yýllarda câsus denilince ise aklýmýza ilk gelen isim James Bond oldu.
“My name is Bond... James Bond.” lakýrdýsý bir ara pek bir tedâvülde idi.
007 no’lu ajanýmýz kendini öyle takdîm ederdi.
Tabii o öyle edince bizler de kusur kalmamak için sýk sýk birer Bond olmayý gerekli addederdik.
“My name is Bond... James Bond.”
Ulan hýyar! Senin adýn nerden James Bond oluyor? Sen hepimizin bildiði uyuz Yaðmur Atsýz deðil misin? James Bondluðu kim kaybetmiþ de kur’â sana isâbet etmiþ.
Neyse, bu meseleler uzundur; bir baþladýk mý sabâha kadar bitiremeyiz. Zâten ben de son yirmibeþ otuz senedir kendimi artýk öyle tanýtmýyorum. Öbür arkadaþlar da vazgeçdiler birer ikiþer... Tabii berhayât olanlarý... Diðerlerinden ise bir haber alamýyorum artýk.
Benim bu câsusluk konusuna deðinmekden maksadým son günlerde okuduðum birkaç gazete haberi. Edward Snowden adýnda bir Amerikalý genç, anladýðým kadarýyla önceleri bizzat istihbâratçý iken sonra nedâmet mi getirmiþ istikrah mý etmiþ her ne ise “Ben artýkoynamýyorum, arkadaþlar...” diyerek bildiði ne kadar gizli kapaklý mâlûmât varsa hepsini tabak gibi ortaya dökmüþ. Þimdi de gâlibâ
Rusya’daymýþ.
Bu vesîleyle bizim basýnda çýkan bâzý “zekîce” haberler ise ayrý bir âlem!
Soruyor meslekdaþlar: Acabâ bizi de dinlediler mi?
Yok hayýr! Hiç seni dinler mi onlar? Nasýl ki centilmenler baþkalarýnýn mektubunu okumazsa dostlarýnýn telefonlarýný da dinlemezler!
Bir þey öðrenmek istiyorsa, meselâ Türkiye’nin Yâsir Arafat’ý zehirlemeye hazýrlanýp hazýrlanmadýðýný merâk ediyorsa açar sorar: “Türk Kardeþ, Türk Kardeþ, siz YâsirArafat’ý zehirleyip öldürme planlarý yapýyor musunuz?”
Bunun üzerine Türk tarafý da cevab verir:
“A, evet, Kardeþ... Tam ona hazýrlanýyorduk. Zâten birazdan size de haber verecekdik. Pilav üstü pollonium diye bir yeni yemek îcâd etdik. Arafat’a onu yedireceðiz.”
“Oh oh... Allah muvaffak eylesin!”
Gönül isterdi ki gazetelerimizde fasafiso seviyesini biraz olsun aþan ve Türk insanýna istihbârat konusunda sadre þifâ olabilecek bir iki kolay okunup anlaþýlabilir inceleme de yayýnlansýn!
Fekat heyhât!!!
NOT: Doðum günümü kutlamak inceliðini gösteren bütün okuyucularýma kalbî teþekkürlerimi sunarým!