12 Eylül 2010 referandumu ile birlikte yavaþ yavaþ zuhur eden ittifak siyaseti, 2014 cumhurbaþkanlýðý seçimlerinde muhalefetin neredeyse tek siyaset teknolojisine dönüþtü. Gelinen aþamada bir ‘çatý isim’ bulunup bulunmamasýndan baðýmsýz bir þekilde, bu siyasetin ele alýnmasý gerekiyor. Ýttifaklar siyaset yapýmýnýn doðal bir parçasý. Lakin bu siyasi teknolojiyi kurucu siyasetin yerine ikame etmeyekalktýðýnýzda kendi krizini ve kýsýr döngünüzü de hazýrlamýþ oluyorsunuz. Ýttifak siyasetinde kontrolü tamamen kaybedenler ise bir anda kendilerini anti-siyasetin zirvesi olan ‘boykot’ kampýnda bile bulabiliyorlar.
Öncelikle ‘çatý aday’ teklifi getirenlerin en basit gerekçesini ele alalým. Söyledikleri zýmnen þu: ‘AK Parti karþýsýnda müstakil olarak varlýk gösteremiyoruz, o halde bir araya gelirsek bu basit sorunu çözebiliriz!’. Bunu söyleyenler, farkýnda olmadan, varlýk gösterememelerinin temel gerekçesinin ‘bir arada olmamalarý’ olduðunu da söylemiþ oluyorlar. Oysa durum elbette bu deðil. En azýndan, bir araya gelmesini arzuladýklarý ‘farklý kesimlerin farklý kesimler’ olduðuna dair basit hakikati gözardý ediyorlar. Tam da bundan dolayý kitlelere ulaþamýyorlar. 20. Yüzyýl siyasi hareketleri olarak, hiçbir yapýsal deðiþime gitmeden, temsil düzeyinde vitrin düzenlemeleri ile siyaset yapabileceklerini düþünüyorlar.
Kutuplaþmanýn temelindeki 20. Yüzyýl bakiyesi Kemalizm’le yüzleþmek yerine iyi rol kesebilecek, siyasi doðruculuðu yoðun bir þekilde kullanabilecek, her þey ama bir þey olmayacak siyaset ve hayat dýþý formüllerin peþine takýlýyorlar. Daha ilginci, tarif ettikleri ve umduklarý çatý adayýn üzerinde taþýmasýný istedikleri hiçbir özelliði müstakil olarak görmek istemiyorlar. Yani Kürt sorunundan din-devlet iliþkilerine, vatandaþlýk tartýþmalarýndan laikliðe, Alevi meselesinden demokratikleþmeye varýncaya kadar her bir baþlýkta ciddi krizler yaþýyorlar.
Çatý aday formülünün ete kemiðe büründüðü baþarýsýz bir örnek var aslýnda. Bu örnek ‘Kýlýçdaroðlu ve yeni CHP iddiasýndan’ baþkasý deðil. 2010 referandumu öncesi bir saray darbesiyle genel baþkanlýða gelen Kýlýçdaroðlu, kabaca cumhurbaþkanlýðý seçimleri için düþünülen çatý aday karakterini hayata geçirmek için ciddi çaba sarf etti. Sonuç kelimenin tam anlamýyla hüsran oldu. Girdiði üç seçimin üçünü de kaybettiði gibi neredeyse üç beþ ayda bir partisinin ‘çatýsýnda tadilat’ yapmak zorunda kaldý. Ayný anda Kemalist ana damarý, muhafazakarlarý, milliyetçi kesimleri, Kürtleri, demokratikleþme sancýsý yaþayan farklý kesimleri retorik ve temsil düzeyinde ‘kucaklamaya’ çalýþtý. Kaldý ki þahsý da ‘iki öteki kimliði’ kuþatmaktaydý. Sonuçta biri diðeriyle varoluþsal sorunlar yaþayan bu kimliklerin her birine müstakil olarak ulaþma çabasý sadece bir önceki çabasýný nesh etmekten baþka bir iþe yaramadý. Çünkü bütün bu vitrin ve mesaj siyasetinin temelinde Kemalizm’le yüzleþme(me) sancýsý vardý.
Hal bu olunca da Erdoðan, Türkiye’nin en büyük çatý lideri olmaya devam edecek. Kemalizm sancýsýndan kurtulmak için yapýsal ve devrimci adýmlar atmadýklarý sürece Erdoðan ve AK Parti çatýsý geniþleyecek. Neredeyse bir asýr sonra, Türkiye sosyolojisinin ve siyasetinin kurabildiði en büyük çatý AK Parti’den baþkasý deðil. Mezkur çatýnýn altýna girmekte zorlanan ve girmeyecek kesimler olduðu doðru. Lakin bir gün herkes AK Partili olmazsa da 20. Yüzyýl partilerinin kendi AK Partilerini çýkarmaktan baþka yolu bulunmuyor. Önümüzdeki yýllarýn sancýsý da bu zaten!