Çatı başlarına göçtü!

Türkiye’yi vesayet altına alamamanın bedelini Tayyip Erdoğan şahsında AK Parti’ye ve Türkiye’ye ödetmek için her yolu, her aracı denediler. 

Ergenekon, Balyoz, 2007 siyasi suikastları, 367 saçmalığı, 27 Nisan e-muhtırası, Cumhuriyet mitingleri, parti kapatma davası, Habur ve Oslo süreçlerinin çökertilmesi, Gülen cemaati yapısının harekete geçirilmesi, 7 Şubat Mit darbesi, 17-25 Aralık operasyonları...

Zor kullanarak yapamadıklarını oy kullandırarak yapmak istediler.

Bunun için kullanabilecekleri iki aktif maşa vardı besledikleri. Biri PKK, biri Paralel yapı.

Gülen yapılanması, AK Parti üzerinde vesayet kuramayacağını anladığı günden beridir, AK Parti karşıtı-hasmı-rakibi gördüğü her yapıyla işbirliğine gitmenin hesabındaydı zaten.

Devlete 40 yılda anca sızan uyuyan hücreler göreve çağrıldı. Elemanlara feda eylemleri yaptırılırken partilere roller biçildi.

Bu minvalde 30 Mart yerel seçimlerine giderken yasa dışı tapeleri Meclise sokmak için Kılıçdaroğlu’na kuryelik yaptıran,

10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken Bahçeli’ye adını bile söyleyemediği çatı adayı icat ettiren,

7 Haziran’a giderken PKK’dan insan hakları örgütü, Selahattin Demirtaş’tan çiçek çocuk yontan el, paralelin değilse de paraleli de kullanan üst aklındı şüphesiz.

AK Parti’yi geriletmek, Türkiye’nin direncini kırmak için ilk iki seçimde alınamayan sonuç 7 Haziran’da alındı. AK Parti sandıktan birinci çıksa da tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamadı. Ama seçim öncesi yapılan “çatıda birleşme”, “yüzde 60’lık blokla koalisyon”, “çözüm sürecini MHP’yle yaparız biz” hesapları da çarşıya uymadı.

AK Parti’yi ne ekarte edebildiler, ne bölebildiler.

Madem AK Parti geriledi, Türkiye hükümetsiz kaldı, tam zamanıdır deyip PKK’yı saldılar ortaya. 150’den fazla askeri, polisi, sivili alçakça pusuda katletti PKK. İç savaş çıksın diye yapmadıkları kanlı numara kalmadı.

Terörü perdeleme, gerçeği ters yüz etme görevi Doğan ve Gülen medyasınındı. İnsan öldürüp siyaset dayatan katiller değil meşru iktidar suçlandı. Sandılar ki, halk anlamaz, görmez, bilmez, beyinsiz.

Teröre ve bu kalleşçe ittifaka karşı metanetini, dirayetini ve asaletini korudu Türkiye toplumu.  Suskunluğunu 1 Kasım’da bozdu.

Her iki kişiden birinin teveccühünü kazanan parti ve onun kurucu liderini yok sayan, Türkiye halkının fert fert ne kadar feraset sahibi olduğunu unutup çatıya kuş kondurabileceğini sananlar, sonuçta sandığa fena tosladı.

Seçim kazandığı görülmemiş, ömrü hayatında iktidarı tatmamış muhalefet parti liderlerinden daha çok kasılan siyasi yok ama bugün.

Siyasi hayatı boyunca demokrasinin ve bağımsız Türkiye’nin önündeki görünür görünmez tüm bariyerleri yıkan ve en büyük direnç/güç noktası olmayı sürdüren Cumhurbaşkanı Erdoğan ölçülü tevazuunu koruyor.

Girdiği ikinci seçimde yüzde 50 oy almış AK Parti Genel Başkanı Davutoğlu “Yenilen yok, Türkiye kazandı. Geleceğimizi birlikte kuracağız” diyor.

Ama çöken çatının altından henüz çıkamayanlara göre her iki lider de kibirli ve başarısız.

Hem hep kaybediyor, hem durmaksızın Türkiye toplumuna hakaret ediyor, küresel kampanyalarla ancak aldıkları yüzde 9’a bakmadan yüzde 52 ile kendilerini beşe katlamış siyasi lidere utanmadan “Korkma asmayacağız yargılayacağız” diyebiliyor ve “Biz değil o kutuplaştırıyor” diye de iddia edebiliyorlar!

Ciddiye alınacak tarafları yok, gereğini yerine getirmedikleri müddetçe. Kimsenin tahammülü yok çünkü bu şımarıklığa. 1 Kasım’da AK Parti’ye verilen her oy, biraz da bu demek.

Hakaret eden, özür dileyecek. Suç işleyen, cezasını çekecek. Silah çeken, ya silahını gömecek ya sonucuna katlanacak. Nedamet getiren, ülkenin temiz insanlarından af dileyecek. Pis işlere tevessül eden, bedelini ödeyecek. Seçmen iradesi amaç dışı kullanılmayacak.

Eskinin kiri ayıbı Yeni Türkiye’ye zinhar taşınmamalı.