‘Çatı’da durduğu gibi durmuyor işte!

Kabul edelim, sayısal ve siyasal bir zaruretten doğmuş olsa da, bulunan aday ancak aramakla bulunacak cinsten olsa da ve halkın seçeceği ilk cumhurbaşkanı adayı şapkadan tavşan çıkarır gibi arka odalardan hoop diye çıkartılmış olsa da ‘ortak aday fikri’ hiç fena değildi. 

Üstelik CHP, tarihinde bir ilk olmak üzere vesayet odaklarından medet ummak yerine halkı ikna etmek gibi bir pratiği mecburen de olsa tecrübe edecekti ve bu, 91 yıllık Cumhuriyet tarihinin şüphesiz en zor semeresi sayılmalıydı.

Fikir tamam da adayın tecessüm etmesi hakikaten kolay iş değildi.

Çatı aday, sekiz seçimdir bileği bükülemeyen Recep Tayyip Erdoğan’ı taklit edebilecek, seçmen zihninde ve siyasi arenada uzun boy, çevrelenmiş bıyık gibi fiziki özelliklerden tutun da dindar muhafazakar kimlik, İslam coğrafyasıyla hemhal olmuşluk gibi özellikleriyle de simülasyon yaratabilecek evsafta olmalıydı.

Aranan özelliklerin Ekmeleddin İhsanoğlu’nda cisimleştiği düşünülmüş olmalı ki muhalefet partileri ve onları birleşmeye zorlayan arkaplan aktörleri buluşlarıyla gurur duyarak takdim ettiler adaylarını.

Hem profesör hem üç dilli, hem dindar hem laik, hem İslam konferansına genel sekreter hem eşinin başı açık olması dolayısıyla işlerin kolay olacağına inanıldığı, bütün hesabın İhsanoğlu’nun Erdoğan’a benzeyen yanlarıyla AK Parti seçmenini, benzemeyen yanlarıyla ise CHP-MHP tabanını mest edeceğine dayandığı anlaşılıyor.

Buraya kadar sorun yok, gayet güzel.

Lakin işte, siyasetin sağlaması masada değil sahada oluyor.

Neticede bu müthiş buluş da, oy oranları sıfır virgül sıfır bir olan birkaç siyasi partinin de fotoğra
fa sokuşturulup kamuoyuna ‘büyük uzlaşı’ etiketiyle sunulmasına, ‘malum medya’nın ‘paralel medya’yla 
ağız birliği ederek ‘Büyüksün Ekmel Baba’ rüzgârları estirmesine rağmen sahaya inmek zorundaydı, indi.

İnmesiyle, şişirilen balonun sönmesi de bir oldu.

Böylece umulan değil olan, kurgulanan değil vuku bulan görünür oldu.  

Çatı aday İhsanoğlu’nun;

- Kemalistlerin ulusalcıların milliyetçilerin ortak adayı olduğu halde İstiklal Marşı’nı bilmemesi,

- Daha dün herkesin tanıklığında hizmete sokulmuş bir Marmaray’ı -sırf Erdoğan’ın hakkını teslim etmemek için- Demirel’le Sümer Oral’ın yaptığını iddia edebilmesi,

- Uluslararası bir teşkilatta genel sekreterlik yapmasına rağmen Çekoslavakya’nın 21 yıl önce tarih olması gibi çok temel bir olayı ıskalaması,

- Türkiye toplumunun can havliyle kapısına gelmiş Suriyeli kardeşlerine büyük bir gayret ve merhametle yardımcı olmaya çalıştığını, Hükümetin ‘açık kapı politikası’nı gönlüyle ve vergileriyle desteklediğini önemsemeyip ‘mültecilere kapıları açmamalıydık’ gibi hem ahlaken hem siyaseten yanlış bir cümleyi kurabilmesi,

- Türkiye’nin en acil, en hayati meselesi olan ve Allah’a şükür tıkır tıkır işleyen Çözüm Süreci’nden bihaber bir modda ‘Türkiye aşmalı artık bu sorunu’ gibi hiçbir yere değmeyen steril bir yaklaşım sergilemesi,

- Anadolu’nun çeşitli illerinde ayran höpürdetip burçak tarlalarında başakları okşarken de, sahil kentlerinde sümüklü mülteci çocuklarından şikayetçi nazenin cumhuriyet teyzelerini teskin ederken de bir cumhurbaşkanı adayından çok turistik geziye çıkmış sentetik bir CHP’li gibi görünüyor ne yazık ki.

Çatı aday, çatıda durduğu gibi durmuyor yani sahada.

Onun suçu kusuru değil elbette bu. Elinden geleni fazlasıyla yapıyor İhsanoğlu. Sekiz kez yenildikleri siyasi rakibe bir de tekil halleriyle yenilmeyi göze alamayan muhalefet liderlerinin gizemli teveccühüne fit oldu ahir ömründe.

Lakin hesap baştan yanlıştı. Değişen Türkiye’yi, değişen toplumu ve siyaseti anlamayıp düşük volüm konuşur, hiçbir şey demeyen söylevler çeker, düşük perde siyasi mesajlar verirse ve icracı değil sembolik bir cumhurbaşkanı olacağına yemin ederse “Erdoğan gider, gerilim düşer, Türkiye de bunu istiyor” sanıldı.

Yanlış iliklenen ilk düğme bu. Peki, sonuç için 10 Ağustos’u beklemeye lüzum var mı?