Cehenneme git!

Tabii böyle olacak... Sen, “Erdoğan’ın yeri Çankaya değil, Bakırköy” diye manşet atarsan, “saygın” Der Spiegel dergisi de “Cehenneme git Erdoğan” der... 

Kadri Gürsel isimli şahıs da, saf ayaklarına yatarak, “Diyarbakır, Dersim ve Cizre’deki Soma eylemlerine müdahale edilmezken, batıdaki durum tam tersi... Doğudaki özgürlük, ülkenin batısından esirgeniyor!” diye ortalık kızıştırır.

Eh, Gezi konsorsiyumu da, fırsat bu fırsat diyerek, kadrolu nümayişçilerini sokağa salar...

Müsaade edin de cenazeler defnedilsin.

Müsaade edin de kayıplar bulunsun.

Müsaade edin de insanlar acısını yaşasın.

İlle bir şey yapmak istiyorsanız, ölenlerin arkasından bir “Fatiha” okuyun. Kalanlara “yardım eli” olun...

Nasılsa rezilliklerinizi sergilemeye devam edersiniz.

-Hanımefendi-
 
Hanımefendi, “dostlukların son günü” diyerek, dostlarından radikal kopuşunu gerekçelendirmişti... “Bu fetihçi zihniyete bir dur demek” gerekiyordu. Bu fırsatı Genelkurmay Başkanlığı’nın e-muhtırasıyla yakaladı ve düne kadar başarısı için ter döktüğü fetihçi zihniyete karşı, militarist barikatlara intisap ediverdi...

Herhalde mutludur oralarda.

Bir de, bir “Kürt hakları savunuculuğu” uyduruverdi yeni kartvizitini zenginleştirmek için. Yine düne kadar, “Bunlar mı medeniyet kuracak?” diye burun kıvırdığı Kürtler...

Değişimin, dönüşümün, “eski çevreden kaçış”ın sonu yoktu.

İnsan değişir, dönüşür...

Kaçması icap ediyorsa, kaçar!

Bir sabah BDP otobüsünün üzerinde gördük hanımefendiyi... Zılgıtlar eşliğinde zafer işareti yapıyordu “Kürt ulusçuluğunu” savunan milletvekilleriyle birlikte.

Bir Türk ulusçusunun, ceffelkalem Kürt ulusçuluğu otobüsüne atlamasını hangi patolojik halle izah etmeli?

Durmadı hanımefendi...

Durmak bilmiyordu...

Bu kez “devletin duble yollarla bölgeye şiddet götüreceğini” seslendirmeye başladı...

İmar-ıslah çalışmalarına geçmişte böyle bir işlev yüklendiği vakıa... Dersim’e şiddet götürenler bölgesel imarın kolaylaştırıcılığından faydalanmışlardı. Bazı köprüler inşa edilmiş, bazı yollar yapılmış ve dolayısıyla Dersim’e bir akıbet biçilmişti.

Biz bu akıbete ilişkin hanımefendiden bir itiraz cümlesi duymadık. İtirazlarını, genel geçer itirazlar arasında kaynattı...

İlginçtir, “askerin siyasete müdahalesi” olarak yorumlanan darbelere karşı da şöyle cepheden, akılda kalıcı,“radikal” diyebileceğimiz bir itirazını duymadık...

Hep geriye çekti kendini ve “araya kaynatma” yolunu seçti. Bazıları böyledir. Araya kaynatır. O konuda fikir beyan etmiş olur...

Hanımefendi, bir vakitler “Beyaz Türk” olduğunu söylüyordu...

İkrar ya da itiraf gerekmiyor. Bunun böyle olduğunu biliyoruz. Eski çevresinden kopuşunu gerekçelendirdiği “dostlukların son günü” yazısı bu yüzden “ikna edici” gelmedi bize. 

Kopuşu, “duygusal” değil, “sınıfsal” nedenlere dayanıyordu çünkü. 

Daha ne kadar taşıyacaktı bu fetihçi zihniyeti, bu “görgüsüzler” güruhunu, bu sonradan görme “yeni kentli” şaşkınları?

Bir de kendisinden dinleyelim: “Koltuklarına, villalarına, pahalı elbiselerine, heyheyli kartvizitlerine daha yeni kavuşanlar, belli ki kaybetme korkusuyla daha gaddar oluyor...”

Burada konu, “gaddarlık” olarak tavsif edilen eylemler ya da davranışlar bütünü değil... Konu, birilerinin bazı mertebelere“daha yeni” kavuşmuş olması. Ayrıca kimmiş kaybetme korkusuyla gaddarlaşanlar, açıklasa da öğrensek.

Belli ki, koltuklarına ve heyheyli kartvizitlerine “daha yeni kavuşanlarla” meselesi var hanımefendinin.

İlginçtir, bu mertebelere önceden kavuşmuş insanlar da itirazlarını da bu temelde şekillendiriyor... Bir tür, “Geldiler, şehrimizi kirletti” refleksi...

Mesele de bu değil mi zaten?