Cemaat hangi partiye oy verecek?

Değerli yazar ve entelektüel Ahmet Turan Alkan, bir televizyon söyleşisinde, “Benim düşünce yatağımdan gelenler CHP’ye kolay kolay oy vermezler...” diyordu

Bunun “milliyetçi, muhafazakâr ve sağcı bir düşünce yatağı” olduğunu tahmin etmek zor değil.

Hoca aşırı iyi niyetli ve saf düşünüyor bence.

Bu “yatak”tan çıkmış ne yiğitler gördük biz.

Bir önceki yasama döneminde (bu yasama dönemi için de geçerlidir bu), CHP listelerinden şelek şelek Meclis’e taşınmışlardı

İyi de etmişlerdi.

Hocanın “düşünce yatağım” dediği mecradan çıkmış insanlar da pekâlâ CHP’ye oy verebilirler, bu partinin mebusu olarak parlamentoya girebilirler.

Böyle de olmalıdır.

Siyasetin normalleşmesi için bu tür “geçişler” gereklidir...

Fakat, hocanın bir beyanı kafamı karıştırdı.

Mustafa Sarıgül’e niçin oy vermeyeceğini gerekçelendirirken, rezervlerinin Gürsel Tekin için geçerli olmadığını “özellikle” hatırlatıyordu. Gürsel Tekin’i daha sahici ve sempatik buluyormuş...

Olabilir.

Demek ki CHP’ye asla oy vermeyecek “düşünce yatağı”, isimlere göre değişebiliyor, değişebilme istidadı gösteriyor.

Bu cümleden olarak, hocanın “yüzde 1”le ifade ettiği “özgül ağırlığı çok yüksek” seçmen kesiminin isme göre hareket edeceği ve Mustafa Sarıgül’e yöneleceği sonucunu çıkarabilir miyiz?

Mustafa Sarıgül’ün, sair gerekçelerle, “özgül ağırlığı çok yüksek” bu seçmen kesimine sempatik göründüğünü tahmin edebiliyoruz.

Pişkinlik devam ediyor

İyi, güzel söylüyorsun, retorik yaparak beni itin bilmem neresine sokuyorsun da, “ilk kan”ı döken sensin birader.

Bir kişi hakkındaki düşüncelerini onu “yaftalamadan”, olumsuzlanmış bir aidiyete yerleştirmeden, “hakaret” yerine kullanıldığı besbelli sözcüklere başvurmadan yazamaz mısın?

Çok mu zor?

Ne kazandırdı/kazandırıyor sana benim hangi düşünceye “yandaş” olduğumu (hakaret yerine kullanıldığı/kullandığın besbelli o sözcüğün altını çizerek) yazmak?

Seni daha mı “haklı” bir konuma yükseltiyor bu yaftalandırma?

Daha mı “bağımsız” kılıyor?

Sen bir fikre, bir dünya görüşüne, bir ahlak felsefesine, bir iktidar programına, bir “devrim” düşüncesine “yandaş” oluyorsun, olabiliyorsun da, başkaları bu “hakkı” kullandığında neden “hesap verme mevkiine” itiliyor?

Kimsiniz siz?

Başkalarını tanımlama “önceliğini” nerden alıyorsunuz?

İnsanların aidiyetleri/dünya görüşleri üzerinden “doğru pozisyon” elde etme hakkını kim verdi size?

Buyurmuşsun ki, “Bense kızdığımda da sevindiğimde de kelimelerimi seçerken sadece kendi yüreğimin sesini dinlerim. Kimseye bağımlı da değilim, biat da etmem.”

İyi, aferin...

Bir tek sen bağımsızsın, bir tek sen “kelimelerini seçerken vicdanının sesini” dinliyorsun.

Dünya görüşüne yakıştıramadığın ve dolayısıyla yaftaladığın herkes biatlı...

Bari hangi dünya görüşünün insanları “tam bağımsız”, hangi dünya görüşünün “bağımlı” ve “biatlı” kıldığını söyle de, aidiyet seçerken işimiz kolaylaşsın.

Hem nedir o, “Sen duymamışsındır herhalde, Latin Amerikalı bir gazeteci-yazar var: Eduardo Galeano...” cümlesi? Bu sinik ve egosantrik laf da neyin nesi? Daha zekice bir aşağılama cümlesi bulamadın mı? Retorik bilgin bu kadarına mı elveriyor? “Yüreğinin sesi”, çıkara çıkara bunu mu çıkardı?

Biz duymayız böyle isimleri, öyle ya... Bilmeyiz... Bir tek siz bilirsiniz. Tolstoy’u da siz bilirsiniz. Anna Karenina’yı da siz bilirsiniz. Nazım’ı da siz bilirsiniz. Her konuda öncülük ve öncelik sizde...

Sen bu ismi duydun, onunla ilgili bir cümleden “hüküm” çıkardın da ne oldu?

Bu senin “terbiyesiz” bir adam olduğun gerçeğini değiştiriyor mu?

Retorik yapmak, bilgi yarıştırmak, eşsiz Tolstoy bilginle aklımızı başımızdan almak istiyorsan, önce normal diyalog yollarını dene, “insan” gibi çık ortaya... Öyle konuşalım.