Cemaat ve AK Parti çatışmasında hakem kim olacak?

Dün itibariyle vazgeçtim. Barışa ve uzlaşmaya dair tüm çabalarımız sonuçsuz kaldı.

Cemaat/AK Parti çatışması “laiklik” hakkında daha ciddi düşünmeye davet ediyor bizi. Şimdiye kadar süren klasik laik/dindar çatışmasından farklı bir şeyle karşı karşıyayız. Dindarlarla/Dindarlar arasında gerçekleşen siyasi alan ve güç kavgası, yeni bir “hakem” arayışına zorluyor.

“Laiklik” kavramı hem hukuksuzca dayatılan haliyle acılı mazimizin basıncı, hem de bagajında taşıdığı Hıristiyan tecrübesiyle bize uzaklığı yüzünden; yıpranmış bir kavram. Dolayısıyla “hakem” arayışımda “zaman” kavramı üzerinden gidebilir miyim diye başlıyorum sormaya...

Tarih yazıcılığındaki objektivizmden bahsederken “Kerbela”nın büyük bir kırılma anı olduğunu söyler Abdullah Laroui. Ehli Beyt’in haklı olduğu yerde uğradığı feci soykırım ve ardından gelen Emevi Saltanatının fütuhat ve dış zaferlerle dolu şaşırtıcı tezatı karşısında, önce derin bir infial yaşadıklarını... Ardındansa tarihin akışına teslim olarak, vuku bulan her şeyi hiçbir yorum yüklemeden art arda kaydetmeye başladıklarını söyler. Bu tarih aktarımının, hesap edilmeyen bir objektivizmi tesis ettiğini, doğu düşüncesindeki ilk tarihselci deneyimin böyle başladığını anlatır.

Bu, doğu düşüncesindeki ilk seküler bölünme deneyimidir dersek acele etmiş oluruz. Ama mecbur kalınan “tarihselcilik” açısından, seküler bölünmeye yüz çeviren ilk adımlardır.

Peki Yaratıcı, hiçbir şeye karışmadan mı seyretmektedir yeryüzünü? Aydınlanma çağının en kibar düşünürleri, bunu “evet” diyerek cevapladı. Daha açık sözlüleriyse, başlarına geçen nice uzun felaket ve kanlı mezhep çatışmalarından sonra “varsa Tanrı, göklerde otursun, yeryüzüne biz bakarız” dediler.

Kerbela faciasından sonra da Evladı-ı Resul hunharca katledilirken Allah buna niçin müsaade etmiştir diye sorulabilirdi. Ama Müslümanların “zaman” algısı, lineer değildi, sormadılar. Zamana dair bir bölünmüşlükten çok, bölünmemişlik, ahrete intikal eden bir devamlılık vardı. Allah’a, Resul’üne ve Ahirete inanmak üzerine kurulu bir inanç dünyası, Batı’dakine benzer bir seküler bölünmeyi engelliyordu. Gerçi Kerbela sonrası, kimi itizal etti, kimi kaderciliğe savruldu, kimi tasavvufi yönelişle içe döndü. Ama neticeten hesap günü bilgisi, Müslümanları Aydınlanma Çağına has, madde/mana, din/devlet arasındaki sekter bölünmeden de beri tuttu...

***

Eğip bükmeden söyleyelim; İslam hayata karışır, hatta hayattır. Dünya ve ahiret bağlantısı bizde “zaman” algısını kurar, varoluş tasavvurumuz devamlılık üzerine işler, tüm tezat döngülerine rağmen. Oysa seküler algı, mutlak tanımadığı gibi sürekli ihtisas alanlarına böler; kişiyi, zamanı, mekanı ve tarihi...

Son yaşadığımız “Cemaat/AK Parti” kamplaşması, giderek bir “alan-güç tartışması”na dönüştü. Hem Cemaatin hem de AK Parti’nin, ortak gelenekten miras aldıkları “hayatı tanzim, gelecek perspektifi, medeni tasavvur” gibi “vizyoner inşa” kavramlarıyla aslında giderek birbirlerine benzeştikleri bir zamandayız.

Bizde protestanlığa dair henüz marjinal seviyeyi aşmış bir ilahiyatın bulunmayışıyla da ilgili bu hal... Esas, hayat ve zaman algımız, seküler bölünmenin önünde halen üç önemli engel. Kısaltalım:

1- İslam, hayata tatbik edilecek normları haiz bir din olduğu için. (esas) 2- Göklere geri iade edilmemiş, meçhul bir uhreviyete yollanmamış, hayattan el çektirilmemiş olduğu için.(hayat) 3- Toplumsal karşılığı ve önerisi hatta ahirette de süregidecek bir devinim olduğu için.(zaman) Müslümanın olduğu her yerde, hayata müdahil olma, doğal haliyle vuku bulacaktır... Zira emri veren, Kadir-i Mutlak Allah’tır. Dolayısıyla; “din, buraya kadarmış burada bitiyor, bundan sonrasıysa devlet ve toplum, tak sepeti koluna herkes kendi yoluna” gibi kolay bir aritmetik bölünme, bizde hemen hemen imkansızdır...

Soruya dönelim: Peki hakem kim olacak?  

“Haa, evet, kavga ediyorlar” dedikten sonra pazarda lahana seçmeye devam eden kadının ilgisizliği, zamana dair hakeme dönüşecek.