Cemaatten uzak dur!

Bu bir CHP yazısı değildir... Bu bir cemaat yazısı da değildir...

Bu bir “ahlak yazısı”dır!

Kemal Kılıçdaroğlu, 30 Mart hezimetini “partisinin başarısı” olarak görüyor... Bu seçimden CHP’nin oylarını artırarak çıktığını, başka hiçbir partinin böylesine büyük bir başarıyı yakalayamadığını ve kolay kolay yakalayamayacağını söylüyor.

Mustafa Sarıgül de aynı kanaatte: “Kazanamadım ama çok başarılı oldum.”

Başarıyı neye göre ölçüyoruz?

Daha doğrusu, “başarılı” sayılmanız için ille de kazanmanız mı gerekiyor?

Hayır... “Başarı”da ölçüt, “kazanmak” değildir.

CHP, önceki seçimlere göre oyunu “artırarak” çıktıysa, burada bir “başarısızlık” aramamak gerekir. Yani, CHP’nin kendisiyle yarışında kaydettiği oy artışı, sonuç ne olursa olsun, “başarı” olarak görülmelidir.

Böyle midir?

Kılıçdaroğlu, “Böyledir” diyor.

Bunu Sarıgül de tekrarlıyor: “Evet böyledir...”

Bu ikili, iddiasını, yukarıda da söylediğim gibi, CHP’nin kaydettiği oy artışına bağlıyor: Bir önceki seçime göre CHP’yi tercih eden seçmenlerin sayısında yüzde bilmem kaç civarında artış gözlenmiş... Bu başarı değilse, neymiş?

Doğru ama CHP’yi tercih edenlerin sayısındaki artış, “tek ve biricik ölçülendirme yöntemi” sayılabilir mi? Bu artış, genel oy ortalamasında partinize “yüzde” olarak hangi miktarlarda yansımış? Ona neden bakmıyorsunuz? CHP’yi tercih eden seçmenlerin sayısında artış gözlenmiş de, diğer partilerde gözlenmemiş mi? Ülkede nüfus artmamış mı? Nüfus artışı seçmen sayısına yansımamış mı? (Nitekim öyle olmuş... Ülkede nüfus artmış ve tam 7 milyon yeni seçmen bu seçimde oy kullanmış. CHP’nin yeni seçmenlerden aldığı oy ise, 400 bin...)

Demek ki, başarıyı ölçmek için, diğer partilerle aranızdaki duruma bakmanız gerekiyor.

Mesela, seçimden oylarını artırarak çıkan CHP, AK Parti’yle arasındaki makas farkını ne ölçüde kapatmış? Daha doğrusu, kapatabilmiş mi?

Kemal Kılıçdaroğlu ve Sarıgül, hiç buraya bakmıyor.

Eski CHP MYK üyesi Savcı Sayan, durumu, katıldığımız bir televizyon programında “elma” örneğiyle açıkladı:

Bir önceki seçimde iktidar partisi, rakibi CHP’ye göre 15 elma fazla kazanmış... Bu seçimde fark 20 elmaya çıkmış... Yani, seçimde oylarını artırarak çıkan ve müthiş bir başarı elde eden CHP, rakibinin “20 puan” gerine düşmüş.

Bu mu başarı?

Kılıçdaroğlu ve Sarıgül’ün “başarı” tablosu, parti içinde yeni bir tartışma başlattı. Deniz Baykal, “çok büyük hatalar yapıldı” dedi ama bunları örneklendirmedi. Ulusalcı çizgiye yakın milletvekilleri de, başarısızlığı partinin “ittifak arayışlarına” bağladı.

Dün, Nur Serter’den bir uyarı geldi: “CHP cemaatten uzak durmalıdır...”

Bunu söyleyen ilk kişi Nur Serter değil...

İlkeleri belli olan CHP’nin, hangi ilkeyle kalkıştığı belirsiz cemaatten uzak durması gerektiğini Birgül Ayman Güler de dile getirmiş ve parti içindeki yeni tartışmanın fitilini ateşlemişti.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun buna cevabı net olmuştu: “Cemaatle katiyetle bir ilişkimiz yok.”

Problem de, burada başlıyor işte...

Biraz yukarıda, “Bu bir ahlak yazısıdır” demiştim...

Kılıçdaroğlu, bütün bir seçim sürecini, cemaatin temin ettiği malzemeler üzerinde oynayarak, onları sündürerek, o malzemelerden neticeler çıkarmaya çalışarak geçirdi. Neredeyse seçim kampanyasının biricik “malzemesi”, cemaatle ilişkili yapıların servis ettiği kasetler, tapeler ve illegal kayıtlardı.

Dahası da var:

Kılıçdaroğlu (ve partisi) cemaat kanallarının “daimi” konuğuydu.

Neredeyse her programda boy gösterdi. Her miting ve grup toplantısı naklen verildi. Bütün abiler ve ablalar kapı kapı dolaşıp CHP’ye oy istedi.

Maklubeli ev toplantılarını, “bilgi” alışverişini, dar çerçeveli “fikir teatilerini”, cemaat gazetelerindeki “CHP güzellemelerini” saymıyorum bile.

CHP cemaatten uzak durmalı mıdır?

Bu, CHP’nin ve bu partiye gönül vermiş kitlelerin sorunu. Bundan bize ne, size ne, kime ne!

Ben sadece, “ahlak zafiyeti” olarak gördüğüm bir durumun altını çizdim.

Hüküm şudur:

Kılıçdaroğlu milyonların gözünün içine baka baka yalan söylüyor... Birçoğumuz için “mahrem” sayılan konularda işbirliğine girdi ve katiyetle cemaatten uzak durmadı.