Cemil Çiçek: Anayasayı yapamazsak halka ne cevap vereceğiz?

Türkiye 30 yılı aşkın bir süredir darbecilerin topluma giydirdiği deli gömleği anayasadan kurtulmaya çalışıyor, bunun için çabalıyor, yapılan her değişikliği en güçlü şekilde destekliyor, vekil seçiyor, değiştir yetkisi vererek Meclis’e gönderiyor ve hala ham bir anayasa metnine bile sahip değil!

Halbuki 2011 genel seçimlerine de bu güçlü istekle gidildi. Bütün partiler yeni anayasa vaat etti, oy aldı, söz verdi, ama sözünü –en azından şimdilik- yerine getirmiş değil.
Bu işi kotarmak üzere Mecliste dört partinin eşit üyeli katılımıyla oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu da 15 aydır bir arpa boyu kadar yolu ancak aldı.
2012 sonunda bitecek denilen iş bitmedi, üzerine 2013’ten dört ay daha yendi ama hiçbir şey değişmedi.
Velhasıl Türkiye’de anayasa işi kooparatif inşaatlarına döndü!

Bu durumda ne olacak, kimin iş akdi fesh edilecek?
Ne oldu, niye böyle oldu, niye olamıyor? Bunun hesabını kime soracağız?
TBMM Başkanı ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu Başkanı, AK Parti milletvekili Cemil Çiçek’e sordum. Bir dokundum bin ah işittim.

TBMM BAŞKANI ACI KONUŞTU, SİYASETÇİLERİ ACİL GÖREVE ÇAĞIRDI


ÇİÇEK: Siyaset dışı çözümleri, darbe anayasasını kötüleyerek bu noktaya geldik. Halk “demokratik olanı siz yapın” diyor. Hem darbelere karşıyız deyip hem darbe anayasasıyla ülke yönetemeyiz. Bu abesi kim izah edebilir? Siyasetin bu sorunu çözmesi gerek yoksa siyaset kurumunun ehliyeti tartışmaya açılır.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu Başkanı olarak anayasa yazımında son sınır olarak Nisan sonunu işaretlediniz. 15 ayda olmayan 15 günde olur mu?

Süre meselesi biraz da dışarıdan öyle algılanıyor. Bazı süreleri işin kendisi tayin eder. 19 Ekim 2011’de anayasa yapım çalışmalarına başladığımızda 2012 yılı sonu hedeflendi. Bu gelişigüzel bir hedefleme değil. En önemli gerekçe olarak denildi ki: Anayasa yapım işi çok zor bir iştir, yoğun çalışmayı gerektirir, biz bunu normal mesai şartları içerisinde yapabiliriz. Kaldı ki bu dönem arka arkaya üç seçim yapılacak. Seçim atmosferine girmeden bu işi başarabilirsek iyi olacak. Onun için de biz bu işi 2012 sonuna yetiştirmeliyiz. Demek ki göz önünde bulundurulan husus, seçim ortamına girildiğinde anayasa yapım işinin neredeyse imkansız hale geleceği. Onun için de elimizi çabuk tutmamız lazım. Bu tarih vermenin, acele etmenin, bir an evvel yapalım telaşının çabasının özünde bu hareket noktası yatıyor. Sıkıntı buradadır. Gayretin artırılması bundandır.

PARTİLER NE DÜŞÜNÜYOR BİLİNMİYORDU

2013’ten de dört ay yedik. Bunca zamanda uzlaşılmayan metnin kalan sürede de yazılmayacağı, boşa kürek çekildiği kanaati yaygın. Ne olacak bu kadar çaba beyhude mi olacak?


Hayır, beyhude değil. Evvela bu işin olumlu sonuçlanmasını isteyenlerin başında ben gelirim. İki senedir bu işe gece gündüz demeden uğraşan birisiyim. Bu iş bir an evvel olumlu sonuçlanırsa, Türkiye’nin hayrına olacaktır. Siyaset kurumu ilk defa birlikte bir iş başarmış olacaktır. Türkiye’nin en temel sorunlarından biri olan anayasa konusu, birlikte, uzlaşarak ve ilk defa sivil siyaset eliyle gerçekleşmiş olacak. Bunların hepsi önemli. 15 aylık süre zarfında ne olduğuna bir bakın. Mesela size desem ki 2012’nin bilmem Mayıs ayında acaba AK Parti, Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve BDP mesela HSYK için nasıl bir model düşünüyor? Yargı konusunda, yasama organı ile ilgili partilerin düşünceleri ne? Yahut temel hak ve özgürlüklerle ilgili, din-devlet ilişkisi hakkında? Bunlarla ve benzeri onlarla ilgili sizin elinizde bir metin yoktu.

GERÇEK ANLAMDA YENİ KONUŞUYORUZ

Komisyon flu alanları netleştirdi, açığa çıkarttı diyorsunuz?


Elbette. Bugün itibariyle partilerin anayasaya giren konularla ilgili ne düşündüğünü görebiliyorsunuz. Bunu görebildiğiniz için de nerelerde anlaşabilirler, nerede anlaşamazlar, nerede birbirine yakın düşünüyorlar, nerede karşıt veya paraleller. Bunları bu süre zarfında ilk defa ortaya çıkarıyoruz. Otuz yıldır Türkiye anayasa konuştu ama anayasayı genel çerçevede konuştu. Ayrıntılı konuşmadı. Herkes söylüyordu, demokratik bir anayasa lazım, standardı yüksek bir anayasa lazım, özgürlükleri daha fazla teminat altında bir anayasa lazım diye. Bunlar genel laflardır. Nasıl bir anayasa yaparsak bu hedefleri gerçekleştirmiş oluruz? Kimsenin kamuoyu önünde paylaştıkları bütünüyle bir metin yoktu. İlk defa çıktı. Partiler bu anlamda bir zihni çabanın, gayretin içerisine girdiler. Şimdi elimizde dört siyasi parti bakımından böyle bir tablo var. Bunu herkes görebilir, değerlendirebilir. Sürecin ortaya çıkardığı birinci konu budur. İkincisi herkes Türkiye’deki bazı konuları, sorunları başlık itibari ile söylüyordu, bununla ilgili nasıl bir yasal anayasal düzenleme gerektirdiğini bugüne kadar konuşmamışlardı. Şimdi ilk defadır ki, bunları çalıştılar.

VATANDAŞIN FİKRİNİ BOŞUNA ALMADIK

Anayasa Komisyonu olarak anayasa yapımının bir parçası olarak 13 ilde büyük toplantılar yaptınız, önerileri, talepleri yönelimleri aldınız. 62 bin sayfalık kayıt var sanırım elinizde.


Ayrıca 60 binden fazla vatandaş da bireysel veya kurumsal olarak bize görüş bildirdi.

Sorum şu: Partilerin ortaya çıkardıkları anayasa önerileriyle ile halkın talepleri arasında bir örtüşme mi var mı yoksa birbirinden kopukluk mu?

Halkın talepleri de, görüş bildirenlerin talepleri de yüzde yüz birbiriyle örtüşmüyor. Birinin filanca olaya bakışı farklıdır, birinin başka. Toplumda da bu mana da çok farklı düşünceler var, görüşler var. Biz bunların ortak noktasını bulmakla yükümlüyüz. Yoksa belli bir kesimin talebini alıp onun üzerine anayasayı yapıp, öbür kesimi dışlayan, görüşlerini yok farz eden bir anayasa, uzlaşma anayasası olamaz. Zaten işin zorluğu da biraz buradan kaynaklanıyor. Herkes genel söylemde mutabık gibi gözüküyor ama özele inildiğinde çok farklı görüşler çıkabiliyor. Dolayısıyla biz bu görüşleri partilerin bilgisine sunduk. Partiler de süreçte yer aldı. Kendi görüşlerini oluştururken bunlardan istifade etsinler diye yapıldı bu toplantılar. Halk ne düşünüyor, hangi olaya, hangi düzenlemeye, hangi konuya nasıl bakıyor, bunu bu görüşlerden, tutanaklardan anlayabilsinler diye. Ayrıca şifahi olarak birçok kuruluşla da görüştüler.

Biz diyoruz ki, işte vatandaşlarımız anayasa ile ilgili görüşleri şunlardan ibarettir. Bunlardan istifade edin ve ortaya bir metin getirin. Ben de partilere sorduğumda diyor ki dördü de; biz bu görüşlerden büyük ölçüde yararlanıyor, görüşlerimizi hazırlarken bunlardan istifade ediyoruz. Geri kalanı vatandaşın takdirinedir.

TOPLUMDA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ VAR MI Kİ KOMİSYONDA OLSUN

Kamuoyu süreci izliyor, sizin başkan olarak gayretinizi yüksek performansınızı görüyor, takdir de ediyor ama nihayetinde bu komisyon hala bir anayasa yazıp getiremedi halkın önüne. Bunca çabaya rağmen gidişat umutsuzluğa yol açacak gibi. Üstelik Türkiye, 82 Anayasasını daha kabul ederken bile beğenmiyordu ve 30 yıldır yeni anayasaya hazırlanıyor, zihinsel metinsel hazırlıkları var ama hadi yapalım dediğimiz yerde anayasa yok! Ne oluyor, neden olmuyor? Tecrübeli bir siyasetçi olarak neye bağlıyorsunuz bunu?


Evvela bizim toplumumuzda uzlaşma kültürü yok! Bizim insanımız bireysel çaba, gayret peşinde. Birlikte bir araya gelip bir arada iş yapma alışkanlığı, kültürü yok.

İmece diye bir çalışma sistemi vardır oysa.

Bu konuda çok fazla örnek yok. Bırakın siyasette olanı, Türkiye’de şirketlere bakın. Yüzyıllık şirket bir tane ya bulunur ya bulunmaz. Japonya’da başka yerlerde yedi sekiz yüz yıllık şirketler var. Bizdeki şirketler de aile şirketleridir. Akrabalık bağı olmadan bir araya gelmiş de büyük başarılar elde etmiş uzun yıllar birlikte olmuş şirket yok yani. Bizim toplumumuz bireyci bireysel hareket ediyor. Bunu yapılamayanlara mazeret anlamında söylemiyorum.

ASIRLIK VE ZOR MESELELER BUGÜNE KALMIŞ

Anlıyorum ama biz de neden olmadığını anlamak istiyoruz.


Anlamak için bakıyoruz zaten. On daireli bir apartmanda on kişinin ittifak ettiği bir konu olduğunu zannetmiyorum. E siyaset ise kara kış ortamında geçiyor. Bu konuda dışarıda herkes uzlaşıyor mu, zorluk burada işte. Atomu parçalamaktan daha zor bir iş yapıyoruz. Türkiye’deki tartışmalara, tartışmaların içeriğine, söylenen sözlere ithamlara baktığınızda böyle bir ortamda anayasa uzlaşması nasıl sağlanacak, işte bu soru konusudur. Bu bir. İki: Anayasa vesilesiyle konuşulan bazı konular, ülkenin 100, 150 yıllık, bazıları 50 yıldır süren konular. Bunlar üzerinden darbeler yapılmış, olağanüstü dönemler gelmiştir, çok insan da mağdur olmuştur. Dışarıda bir uzlaşma olabilse Komisyonda uzlaşma biraz daha kolay olacak. Ama bizim bunları mazeret kabul etmeden, dışarıya da evet, dışarıda bunlar var, uzlaşma kültürü yok ama biz bu işi yaptık yapıyoruz demiş olmamız lazım. İki taraflı bakmak gerekiyor yani.

YENİSİNİ YAPAMAZSAK DARBE ANAYASASI KÖTÜDÜR DEME HAKKIMIZ KALMAZ

Türkiye hemen her alanda bir değişim geçiriyor ama asıl dönüşüm zihinsel alanda. Bunun siyasi bir karşılığı ve bu tercihlerinin Meclis’te bir görünürlülüğü var. Ve toplumun tavrı da açık ve net: 82 anayasasında yapılan her değişikliği ısrarla destekledi, bu anayasadan kurtulmak istiyor yani. Ama pratikte sonuç alamıyor, anayasamı yap diye Meclise gönderdiği partilerin uzlaşma komisyonundaki performansları pek yapıcı sayılmaz. Burada sıkıntılı bir durum yok mu?


Var tabii ki. Ortada bir sorun var ve bunu da çözemiyorsanız, sıkıntılı bir durum var demektir. Olanı başka göstermenin doğru olduğu kanaatinde değilim. Neyse olanı, olduğu gibi gösterelim ki vatandaşın değerlendirmeleri daha sağlıklı olsun. Tabiatıyla siyaset sorun çözmektir. Türkiye’de bir anayasa sorunu var, bunu siyaset çözecektir. Siyasetin dışında, sivil siyasetin dışındaki çözümleri kötüleyerek yanlış bularak bu noktaya geldik. Madem sivil siyasetin dışında bir anayasa yapılması doğru değil, demokratik değil, bize yakışmıyor, o zaman yapın diyor vatandaş da. Siyasetin karşılaştığı en temel sorumluluk noktası da burasıdır. Bir taraftan biz darbelere karşıyız diyeceğiz, Darbeleri Araştırma Komisyonu kuracağız, öbür taraftan gece yarılarına kadar Türkiye’de paketler çıkaracağız ama öbür tarafta da darbe anayasası ile devleti yönetmeye kalkacağız. Bu abesi, bu yanlışlığı, bu çelişkiyi kim kime nasıl izah edebilir? Zaten tablo bütün çıplaklığı ile ortada duruyor. Siyasetin bunu görüp bu sorunu çözmesi gerekir. Çözemediği takdirde “bu anayasa darbe anayasasıdır” demeye hakkı olmaz. Darbecileri de ayaküstü suçlamanın bir anlamı olmaz. Vatandaş der ki: Onları suçlayacağına işine bak, oturun bir araya gelin, suçladığınızın yaptığını bile yapamıyorsunuz, onların yaptığı kadar bile bu işi beceremediniz”. Siyaset kurumunun ehliyeti, sorun çözme yeteneği tartışmaya açılmış olur. Bunun yapılamamasının birçok sorunu beraberinde getireceğini baştan beri söylüyorum. Şimdi bir defa daha söylemiş oldum.

HALK SORAR, VATANDAŞA VERECEK CEVABIMIZ OLMAZ

Meclisle millet arasında sorun çıkacak o zaman bir sonraki seçimde?


En azından güven bunalımı çıkar. Biz diyoruz ki, Türkiye’nin her sorunu burada çözülecektir. En temel sorun anayasa, başka sorunların yanında. Bir, müstakil anayasa sorunu var, bir de bu anayasadan kaynaklanan birçok sorun var. Siz bunları söylediniz, seçim beyannamelerinizde vaat ettiniz. Her gün konuşuyorsunuz ama ortaya da hiçbir şey yapmıyorsunuz derler. Bunu kim nasıl izah edecek? Onun için ben dedim ki; dört siyasi parti bakımından bu iş olumlu sonuçlanmadığı takdirde herkes herkese bir bahane bulur, bir şey der. Ben yapacaktım o bunu dedi, biz yapacaktık öteki bunu şöyle engelledi falan diye. Birçok laf edilebilir. Ama bu lafların hiçbirisi vatandaş için geçerli olmaz. Yani vatandaşa verilecek cevabı yoktur bu işin. Yapmaktan, yeni bir Anayasayı topluma kazandırmaktan başka verilebilecek makul, inandırıcı bir cevabı olamaz. Vatandaş sonuçtan gider. “Bir araya geldiniz, 14 aydır, 15 aydır, 16 aydır çalıştık dediniz, yapıyoruz dediniz, söz verdiniz ama yapamadınız. Neden yapamadınız, o sizin meseleniz. Vatandaş olarak benim meselem değil”. Böyle bakar vatandaş. Onun için de dört siyasi partinin ciddi sorumluluğu var. Bu sorumluluğun gereğini hem partilerimiz hem de komisyondaki üyelerin çok iyi anlaması lazım.

2014’TEN SONRA SIKINTI ARTAR

Sizin pozisyonunuz itibariyle sanıyorum ekstra bir sıkıntınız var. O da şu: Siz Meclis başkanısınız. Mecliste üyesi olan partilerin ve milletvekillerin başkanı olarak onların ve meclis bütünlüğünün sorumluluğunu taşıyorsunuz. Ve lakin o Millet Meclisinin orada bulunanlardan bağımsız, milletin temsil edildiği çatı olarak bir başka anlamı daha var ve bu anlamın iyi korunması, saklanması gerekiyor. Sıkıntınız sanırım, partiler ve milletin vekilleri ile milletin aslı ve toplum taleplerinin uyuşmaması, karşılanmaması durumu. Doğru mu?


Siyaset sorun çözmektir. Çözümün parçası olmaktır. Sorunun parçası olmak değildir. Türkiye’de 30 yıldır herkes diyorsa ve her vesilesi ile söyleniyorsa ki yeni bir anayasaya ihtiyaç var, bizim böyle bir derdimiz var, böyle bir sıkıntımız var. Bunu çözemeyen siyaset kendisi sıkıntı olur. Bu anayasayı yapamayan siyaset, toplum bakımından ekstra bir sorundur, ilave bir sorundur. Zorluk da buradadır. Yoksa millet kime güvenecek? Suçladığınız darbecilerin yaptığı anayasayı kaldırın, sivil siyasetin ürünü olarak bir anayasayı ortaya koyun. Kaldı ki buna da söz verdiniz der vatandaş. Bunu yapamıyorsan o zaman siyasete güven daha da sıkıntılı hale gelir. Bir başka husus da, bu anayasa 2014 den sonra daha sıkıntılı hale gelir.

Neden?

Çünkü cumhurbaşkanını halk seçecek. İcra organı bugünkünden daha farklı iki başlı olacak. Demokrasilerde iktidar muhalefet dengesi yerine, cumhurbaşkanı başbakan ekseni üzerinde hareket eden bir demokrasi lokomotifi olacak aynı ray üzerinde karşı karşıya gelen. Bunu görmemek Türkiye’nin 30 yıldır yaşadığı sıkıntıları tecrübeyi göz ardı etmek olur. Hoş Türkiye’de tecrübenin müşterisi filan da yoktur ya. Dolayısıyla 2014 den sonra cumhurbaşkanını halk seçecek ve sorumluluğu da olmayacak yürürlükteki anayasaya göre. E şimdi tekrar seçilme ihtimali olan ve halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı bu sistem içerisinde doğru olan kadar politik olanları da yapmak durumunda kalacak. Politikayı kim yapacak, cumhurbaşkanı mı başbakan mı? Bu soruların cevabını siyaset kurumu iyi düşünüp şimdiden tedbirini alması lazım. Yoksa ilave sorunlar çıkar, demokrasinin zaten GDO’su bozuk, daha da bozulur. Yani yeni anayasayı bir an evvel neden yapmak gerektiğinin önemli hareket noktalarından biri bu. Bir başkası da şu: Yasama organı ne yapar? Yasa. Neye göre yapar? Anayasaya göre yapar. Çünkü çıkarttığı yasalar anayasaya uygun değilse Anayasa Mahkemesince denetlenir. E siz şimdi diyorsunuz ki bu anayasa kötü, bu anayasa berbat, bu anayasa artık bu memleket için bir yük...

ANAYASA MAHKEMESİ DE YANLIŞ İŞLE Mİ UĞRAŞIYOR?

Hatta utanç verici!


E ama siz çıkardığınız kanunu bu utanç verici diye nitelediğiniz anayasaya uydurmak mecburiyetinde kalıyorsunuz.

Çürük temele bina inşa etmek gibi?

Çürük temel. E, Anayasa Mahkemesi de bu mana da yanlış bir işle uğraşıyor demektir. Toplumu doğru istikamette yönlendirmek, yasaları o istikamette çıkarıp toplumdaki değişimi dönüşümü hızlandırmak ve soruna o açıdan çözüm bulmak varken siz buna yanlış dediğiniz, beğenmediğiniz, tepeden tırnağa değişmesini istediğiniz bir anayasayla ayağına pranga vuruyorsunuz. Her eleştiriyi hak eder geldiğimiz nokta. Onun için, bir an evvel partilerin o onu dedi, bu bunu dediğiyle uğraşmak yerine sorunları görüp bir an evvel kendi ürünü olan bir anayasayı yapması. Belki dört dörtlük en mükemmel anayasa da olmayabilir, olması da mümkün değil çünkü en iyi anayasa herkesin kendi söylediği anayasadır. Halbuki, siz ortak bir nokta bulacaksınız. Herkesin görüşlerinden fedakarlıklar olacak, bazen bir görüşünüz hiç kabul edilmeyecek, bazen görüşünüzün tamamı kabul edilecek, onun için 75 milyon insanın ortak özelliklerini, beklentilerini bularak anayasa yapacaksınız. Zaman içerisinde eksiği çıkarsa, uygulamada aksaklıklar olursa sivil siyaset kendisi düzeltecektir. Değilse darbeciler anayasa yapacak, sivil siyaset o anayasanın uygulamasından kaynaklanan sorunlarla boğuşacak bazen bunları çözecek bazen de çözemeyecek. Bu kadar beyhude bir siyaset olmaz.

SİVİL TOPLUM VE MEDYA HAREKETE GEÇMELİ

Halk bunu böylece görüyor mu sizce?


Görmeli, görebildiği nispette de partiler üzerine baskısını kurmalı. Sadece teker teker halk değil, randevu alırken falanca kuruluşun başkanıyım diyen bir alay kuruluş, STK var. Sivil toplum ağırlığını hissettirmeli. Yol ve yöntemini bulmalıdır. Bulamıyorlarsa, yapılamıyorsa o zaman da siyasetçi bu zaaflardan istifade eder. Medya da peşine düşmeli. Bakın siz bu röportajı bunun üzerine yapıyorsunuz. Başkaları senede 335 gün yazı yazıyor, tek bir gün bile anayasayla ilgili makale yazmıyor.

Anayasa konusunun alıcısı olmadığını, reytinglerin küt diye düştüğünü söylemişti bir televizyon programcısı.

Bu iş, reyting meselesi değil, zaruret meselesi. Ben öyle bakarım.

UZLAŞMASAK OLMAZ MIYDI?

Komisyonda çalışmaların ilerlenememesinin bir nedeni de çalışma yönteminin ta en başından ille de uzlaşma şartına bağlamış olması olabilir mi?


Ama bu dört parti daha en baştan usulü kendisi böyle tespit etti.

Bunun işi kilitleyeceğini görmek, tartışmak gerekirdi belki de…

Şimdi bakınız, zaman geçince herkes söylenenleri, varılan mutabakatları unutuyor. 12 Haziran seçimlerinden sonra daha tam çalışmaya başlamadan herkes dedi ki: 1) Yeni bir anayasaya ihtiyaç var. 2) Yeni anayasayı bu Meclis yapacak. 3) Uzlaşma komisyonu ile yapılacak, uzlaşılacak ve bu komisyonda herkes eşit olacak ve komisyonun başkanlığını da Meclis Başkanı yapacak. Cemil Çiçek değil, Meclis Başkanı. Kim seçilecekse o yapacak. Dolayısıyla uzlaşmaya bu şartlarda varılarak yola çıkıldı. Dört siyasi parti kendi arasında tartıştı, dedi ki ‘Biz bu Anayasayı yapacaksak çoğunluk esasına, parmak esasına göre değil, uzlaşarak yapacağız’. Bunda dört parti uzlaştı. Aksi olsa ne olacaktı? Herkese göre bir anayasa değil, sizin gibi düşünenlere bir anayasa yapıyorsunuz diyecekler. Nitekim biz onu 2010 Anayasa referandumu öncesinde komisyonda, genel kurulda ve halk oylaması sırasında sıkça yaşadık. Bu parti kendine anayasa yapıyor, bizimle görüşmüyor, görüşlerimiz alınmıyor, hesaba katılmıyoruz vs. Bütün bu tartışmalar sonucunda böyle bir noktaya gelindi. İkinci olarak, Meclis pratiği bilinmeden konuşuluyor. Diyelim ki komisyonda 12 kişi var dört partiden. 3 iktidar partisinden 9 tane de muhalefetten. E diyelim ki anlaştı muhalefet, belli bir konuda. İktidar azınlıkta kaldı komisyonda. Peki, genel kurulda da iktidar çoğunlukta. O zaman nasıl olacak? Şimdi burada yaşadığınız sıkıntıyı orada yaşayacaksınız. Varsa bu konuları değerlendirenler, sürecin bütününü, safhalarını hesaba katarak, sürecin sefahatini, usul kurallarını ve meclis uygulamalarını, pratiğini dikkate alarak değerlendirsin. Sadece belli bir noktadaki zorluğu görüyor. Zaten marifet o zorluğu aşmaktır.

TÜRK USULÜ REFERANDUM SORUNU ÇÖZER Mİ?

Uzlaşma Komisyonu’nda hele de ilk dört madde ve dibace üzerinde herhangi bir uzlaşma olamayacağı aslında buradan bile görülebiliyor.


Bu sorunun cevabını ben veremem, uzlaşırlar, uzlaşmazlar. Bunları siz yazarsınız, çizersiniz Komisyon üyeleri de inşallah bunlardan olumlu bir şekilde etkilenir. Siyasi partilerimiz etkilenir. Talimatlarını daha açık daha net verirler, uzlaşılır bir noktaya gelinir. Ya da çok büyük bir kısmında uzlaşma olur da uzlaşılamayan kısım kalırsa onun için başka çözümleri bulmanın çabası, gayreti içerisinde oluruz.

Tartışmalı maddelerin halka sorulmasını öneren Türk usulü bir referandum önerisi geldi malum Komisyon dışından. Düğümler halkın hakemliğinde böylelikle aşılabilir gibi...

Bunlar bizim dışında ve Komisyon Başkanı olarak burada işin bu safhası dururken bu tür tartışmalara benim katılmam uygun olmaz. Başkaları tartışsın, biz istifade ederiz ama taraf olmayız.

ROMAN DEĞİL ANAYASA YAZMAYA ÇALIŞIYORUZ

Ümit var mısınız peki anayasanın bu dönem tamamlanacağına dair?


Ben siyaseti ümit üzerine yapmam. O romantik bir ifadedir. Ben roman, şiir, hikaye yazmıyorum. Siyaset gerçekler üzerine yapılır. Ben de Türkiye’nin gerçeklerini ve anayasa yapma noktasında karşılaştığımız karşılaşacağımız gerçekleri hesaba katarak bir an evvel yapılması gerektiğini söylüyorum. Sorumluluğu paylaşmak ve sorumluluğu tebliğ etmektir yoksa ümit edip etmemek bizim işimiz değil.

Gerçekçi bir öngörüde bulunur musunuz o zaman?

Gerçekçi öngörümü de söyledim. Ne yapıp edip bu dönem bir anayasa yapma mecburiyeti var bu parlamentonun. Yoksa kimse Meclisin sorun çözeceğine inanmaz. Siyaset kurumu için bundan daha büyük değerlendirme olur mu?

KİMSE “BU MECLİS YETKİSİZ” DİYEMEZ

Yeni anayasa yapılıyor gibi değil de anayasa değişikliği yapılıyor gibi konuşan da var siyasetçilerden. İlk dört maddeye ve dibaceye zinhar dokunulamaz, bu Meclis yetkili değil diyen var mesela. Komisyonda işlerin yürümemesinin bir nedeni de bu olabilir mi?


Bunu söyleyenler olabilir ama böyle değildir. Bu Meclis yetkilidir ve yeni anayasayı dört siyasi partinin yer aldığı bu Meclis yapacak. Dediğiniz tartışma dört parti dışında yapılan bir tartışmadır.

Hayır, bunu CHP’den Süheyl Batum söyledi.

Sayın Batum aynı zamanda bu Komisyonun üyesidir. Herkesin baştan beri söylediği de budur: Biz yeni bir anayasa yapıyoruz. Hatta mevcut anayasanın gölgesi düşmesin diye herkes hassasiyet gösteriyor. Bu meclisin yeni anayasa yapma yetkisi tamdır tartışılmazdır. 50 milyon seçmenin iradesi, darbe yapanların, beş kişinin sekiz kişinin iradesinden daha değersiz olacak öyle mi? Bu akla ziyan bir şeydir, olur mu öyle şey. Bunu kimse söyleyemez. Söyleyen varsa da onun fikirleri bu milletle fazla örtüşmüyordur.

İLK DÖRT MADDE DE BAL GİBİ DEĞİŞİYORMUŞ

Şu an durum ne? Kaç maddesi yazıldı mutabakatla?


65 maddeden 24’ünde uzlaşılmış, 41 maddede uzlaşma olmamış. Dedik bir uzmanlar komisyonu kuralım, onlar bunları uzlaşma noktalarına getirsin.

İlk dört madde ve dibaceyle ilgili durum ne, değişemez mi?

Değişmez diyenlerin de geçmişte değişebilir dedikleri örnekler var. Burada esas temel ilkelerin korunmasıdır. Barolar Birliği’nin anayasa önerisinde de o maddelerle ilgili farklı ifadeleri var. Bugünkü anayasada “insan haklarına saygılı” ifadesi var, baktım dört partinin de önerisinde “insan haklarına dayalı” deniyor. İşte bal gibi de o cümle değişti. Burada önemli devletin nitelikleridir, demokratik laik sosyal hukuk devleti olmasıdır. Bunu öyle de yazarsınız böyle de.

LİDERLERE GİDİP NE DİYECEĞİM?

Süreci hızlandırmak için yeni bir liderler turu yapacak mısınız?

Şu an gerek görünmüyor. Ne diyeceğim sayın genel başkanlara? İkinci kez gittiğimde 30 kadar mutabakat maddesi vardı. Aradan geçen zamanda doğru dürüst bir ilerleme olmadıysa ne talep edeceğim onlardan? Mutabakatı 60’a 70’e çıkarmış olsak bize biraz daha zaman tanıyın derdik ama şu anda böyle bir ihtiyaç görmüyorum.

ÇÖZÜM SÜRECİ VE ANAYASA YAZIMI

Anayasa yazımıyla Kürt meselesinin çözümü çakıştı ve birkaç temel noktada büyük düğümler var. Nasıl çözülecek?


Her işi zamanında yapmaz ertelerseniz kırk yılın çarşambası bir araya gelir böyle olur.

Bu bir imkan mı sıkıntı mı?

Nereden baktığınıza bağlı. Dört parti yapacaksa bu sürece baştan karşı olan var. Baştan karşı olan bir siyasi partimiz var. Bir siyasi partimiz belli konularda zaman zaman genel söylem olarak tasvip ediyor gözükse bile sonra bazı konularda farklı düşünceleri farklı beklentileri var. Yüzde 100 mutabakat vardır diyemem. Onun için bu işin şimdi üst üste getirilmiş olması bu sürece olumlu mu katkı verecek olumsuz mu katkı verecek bazıları da bu süreci olumsuz, süreci torpillemek olarak ta değerlendiren var.

Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu süreç başlayalı şunun şurasında 3 ay oldu. Halbuki yeni anayasa konusu bu süreçten bağımsız olarak Türkiye’nin gündeminde var. 30 yıldır var. Seçimlere giderken var, seçimden sonra var. Bu komisyon bu süreçlerden evvel kurulmuştur. Keşke bitirebilseydik bu sıkıntıları, böyle üst üste getirmezdik. Bağlantıyı kurup bundan fayda uman da var, önemli bir handikap olarak gören de var.

PATLICANLA KABAK MUSAKKA OLMAZ

Konumuzun tarafsızlık gerektirdiğini biliyorum ama buna halel getirmeden küçük müdahalelerle düğümlerin biraz gevşemesine yardımcı olmaz mısınız?


Herkesin anlayışla karşılayacağı noktalar olduğu zaman kural, fikir, düşünce bazında zaten zaman zaman söylüyoruz. Ama Meclis Başkanı her sabah kalkınca bir demeç verme içerisinde olamaz. O zaman gündemdeki tartışmaların merkezine oturur ya da taraf olur, o zaman da tarafsız birinin yapması gereken bir katkı olacaksa o katkıyı yapamaz. Biz kuralı söylüyoruz, nitekim Meclis gündemiyle irtibatlı bir konu olduğunda süreçle ilgili, kurulan komisyonlar gibi, şahsi fikrimin ötesinde uygulamaları, kuralı hatırlatarak sorunun nasıl değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmeye çalışıyoruz. Maalesef bizim toplumumuzda insanlar tartışırken yürürlükteki uygulamaları, parlamento hukukunu, anayasayı falan kötü de olsa bir tarafa bırakarak, böyle olması lazım diyor. Nasıl olacak? Aşçıya patlıcan getirmişsiniz kabak musakka istiyorsunuz. Onun için yürürlükteki bu kurallar, bu yanlış kurallar durduğu sürece doğru sonuç çıkaramazsınız. Türkiye’nin senelerdir uğraştığı nokta burası. Herkes konuşuyor, bir Allahın kulu da bu anayasa ne diyor, bu parlamento iç tüzüğü ne diyor, parlamentonun geçmişteki uygulamaları nedir diye zahmet edip de bakmıyor. Böyle olması lazım diyor kendi kafasından geçene göre olmadığı zaman da ortalığı birbirine katıyor.

DEVLET MEMURU DEĞİL MİLLET VEKİLİYİZ

Sizin AK Partili olarak 3. döneminiz ve partinizin bir kararı var. Siyaseti bırakacaksınız..

Çok samimi olarak söylüyorum ki doğru bir karar bu, parti açısından da bir kural. Demokrasinin gereği budur, mahkeme kadıya mülk değil. Biz de bir nokta koymalıyız ya. Siyaseti hırs haline getirmemeliyiz. Biz devlet memuru değiliz, 657’ye tabi olalım. Millet adına bir iş yaptık, yapamadıysak başkaları gelsin yapsın.

ASIL ŞEREF TEMİZ AYRILABİLMEK

Siyaseti nihayetlendirirken Meclis Başkanlığı yapmak şeref duygusuna zirve yaptırtıyor olmalı?


Asıl şeref duyulacak olan bu işi başladığınız gibi lekesiz gölgesiz temiz bitirebilmektir.

Geri dönüp baktığınızda gözünüze çalınan bir gölge, bir keşke bir şey var mı?

Varsa çıkar zaten, insanların geçmişi kendisini takip eder. Biz otuz yıldır buradayız. Kimler neler söyler eder el altından iş yapar, vurur, hatta bir takım karaktersiz seciyesiz sizin üzerinizden birilerini vurmaya çalışır. Çok da dürüst bir ortamda siyaset yapmıyoruz. Ama o suçlamaları yapanlar 3-5 sene sonra hem söylediğini unutur hem benimki gibi yazmaya söylemeye başlar. Böyle de bir kemiksizlik omurgasızlık vardır Türkiye’de. Demokrasiye özgürlüklere vurgu yaparlar ama 27 Nisan gecesi yorganı kafasına çeker, ilk fırsatta rampa yapacak yerler ararlar, sonra ortalık aydınlanınca bu omurgasızların hepsi özgürlükçü olur. Biz bunları gördük.

ŞAHSEN ÜZÜLDÜĞÜM KONU BU

Son döneminizde Meclis başkanı olmak da Türkiye’nin ilk sivil anayasasını yazacak komisyona başkanlık etmek de ne mutluluk. Ama eğer bu anayasa yapılamazsa buruk mu ayrılacaksınız?

Bu şahsi bir mesele değil ama şahsen üzüldüğümüz noktaların başında gelir. Siyaset adına üzülürüz. Bizden evvel de 24 meclis başkanı geçmiş. Ben 25. Meclis Başkanıyım. İnsanlar yaşadıkları görev yaptıkları dönemde ülke için güzel işlerin olduğunu görmeyi çok arzu ederler. Siyasetin belki de en büyük mükafatı budur. Kendisi için istemez. Ben öyle de Meclis başkanı oldum, böyle de. Ama bu dönemlerde ülke için güzel işler yapıldıysa ve güzel yad ediliyorsanız ömrünüzün bundan sonraki kısmı için en büyük mükafat budur. Türkiye belli işleri yaptı, belli işleri henüz yapamadı. Bunların başında da anayasa var.

Çok uzun zamandır Meclistesiniz. Çok Meclis gördünüz yani. Türkiye siyaseti Meclis temsiliyeti adabı, çalışma kültürü vs bakımından bir olgunlaşma mı yaşıyor, yerinde mi sayıyor, yoksa geriledi mi?

Bu sorunları çözemediği sürece ben siyasetle ilgili pek fazla umutlu bir şey söyleyemem. Bu sorunları bizim çözmemiz lazım. Bakın can yakan sorunlardan bahsediyoruz.


FOTOĞRAFLAR: MURAT ŞAHİN