Eski günahlarýn gölgeleri uzun olur.
Biz þimdi bir bakýma 1918’de baþkalarýnýn iþlediði günahlarýn ceremesini çekiyoruz ama kefâretini de ödemek zorunda kalýnca insanýn kafasý bozuluyor.
1918 Birinci Cihan Harbi’nin ve netîceten “Ýmparatorluk”un bitiþ târihidir.
1914’de, yâni ölüm döþeðinde yatarken bile yüzölçümü hâlâ beþ milyon kilometrekarenin biraz üzerinde olan Türkiye, o yýl harbe girip de 1918’de “kayýdsýz þartsýz teslim” bayraðýný çekdikden sonra muzaffer Fransa ve Büyük Britanya (Ýngiltere) Arab Yarýmadasý’nda (DA!!!) gayrýtabii, zorâki ve daha baþýndan tartýþmalý sýnýrlar çizerek gelecekdeki kanlý kavgalarýn tohumunu atdýlar ki kendileri her seferinde “tarafsýzgözlemci” (!) olarak iþe burunlarýný sokup hâkimiyetlerini devâm ettirsinler.
Bugün Afrika ve Ortadoðu’daki bütün ihtilâflarýn kökeninde bu “dâhiyâne” uygulamanýn izlerini bulabilirsiniz.
Sizlere iki örnek vereyim:
Târih boyunca ne “Irak Milleti” ne de “Sûriye Milleti” diye iki kavim mevcûd olmuþdur!
“Lübnan” yâhut “Ürdün” veyâ “Suûdî Arab” milletleri de hâkezâ!
Eðer Osmanlý Ýmparatorluðu, Cennetmekân Sultan Hamîd Hân’ýn tasavvurundaki gibi “tabii” bir þekilde kendini tasfiye edebilseydi (Balkanlar ve Kuzey Afrika konumuz dýþý!)
Arab Yarýmadasý’nýn kuzeyinde, bugünki Irak, Sûriye, Ürdün ve Lübnan’ý kapsayan bir
Devlet; ortasýnda aþaðý yukarý Suûdî Arabistan’a tekaabül eden, ama “Suud” Âilesiyle bir alâkasý bulunmayan bir baþka devlet ve güneyinde ise Yemen’den Bahreyn’e kadar bir güney Arab devleti teþekkül etmiþ olacakdý, zîrâ “tabii” olaný buydu.
Harita yeniden çizilirken bugünki Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye’nin Anadolu’da kalmasýndan daha normal bir þey de olamazdý zîrâ hem coðrâfî hemn etnik hem ekonomik yönlerden Anadolu’nun devâmýdýrlar. Bu yeni düzen daha kurulurken orada bir de “Yahudi Devleti” kurulmasýna 1918’lerde Arablar îtirâz etmeyeceklerdi, çünki kendi istiklâl sarhoþluklarý içinde Yahudilerin de târihen yurdlarý olan yere dönmelerini mâkûl karþýlamalarý bugüne nazaran çok daha kolaydý. Koskoca yarýmadayý ve koskoca bir kavmi yamalý bohçaya çevirerek üstelik bir Arab-Yahudi kan dâvâsý ortaya çýkarma “basîreti” Batýlý dostlarýmýzýndýr. Hakýykaten basîret! Aslýnda bu geliþmeyi öngörememek için ya kör ya gerzek olmak lâzýmdý ama bu devletler için bu iki sýfat da yersizdir.
Ne yapdýklarýný çok, ama çok iyi biliyorlardý.
Üç gündür haklý olarak kamuoyunu meþgûl eden uçak düþürme meselesini biraz da bu arkaplan dikkate alýnarak görmek yerinde olur.
Ortadoðu’yu boyacý küpü gibi her aklýna esenin dalýp çýkdýðý bir kargaþalýklar merkezine
döndüren âmillerin ucu buralara dayanýr.
Günümüze dönecek olursak þimdi Türkiye Sûriye’den herhalde esaslý bir tazmînat ve eksiksiz bir özür taleb edecek. Sûriye ise meseleyi sürüncemede býrakmaya uðraþacak.
Ama anlaþmaya varýlamazsa Türkiye, kendi zannýnca bir “büyük devlet” olarak bunu Sûriye’nin fitil fitil burnundan getirebilir mi ondan þübheliyim. Çünki kumandanlarýmýzýn onyýllardýr kendi mâlî ve maddî durumlarýyla uðraþmakdan ve bir de siyâsete “ayar” vermekden askerlikle uðraþmaya pek vakitleri olmadý. 25 yýldýr daha bir sýnýr karakollarýný düzeltmekden âciz ve bu yüzden PKK’ya mütemadiyen pisi pisine þehid veren bir TSK’nýn, diþine kadar silahlý ve pek parlak durumda olmasa dahî yine de idmanlý bir Sûriye Ordusu karþýsýnda öyle aman aman bir baþarý saðlayabileceðine ihtimâl vermiyorum. 622 bin küsur adamý silah altýnda tutmak mârifet deðil, mârifet onlarý eðitip sevk ve idâre edebilmek. PKK’ya karþý “baþarýlar” (!) ise meydanda.
Ben þimdi bunlarý söylediðim için yine kötü kiþi olacaðým ama artýk alýþdým.
Bir faydasý olacaðýna inandýðýmdan deðil hiç deðilse zabýtlara geçsin diye yazýyorum.
Bir de çenemi tutamadýðýmdan!
Þehid pilotlarýmýzýn âilelerine baþsaðlýðý ve sabýr dilerim.