Milli Mücadele’nin ilk günleri. Kocaeli’nin Pamukova Ýlçesine baðlý, o zamanki adý Gelinkodu þimdilerdeyse Sultaniye diye bilinen köye Hafýz Halid Bey komutasýnda 70. Alay karargah kurar. Halid Bey’in 12 yaþýndaki kýzý Nezahet de oradadýr; asker kýlýðýnda, üstünde kaput, at sýrtýnda... Miralay Halid Bey eþini yitirdiðinden, kýzýna bakacak kimsesi de olmadýðýndan yavrusunu kapýp cepheye koþmuþtur.
Gün doðarken alay Geyve yönüne doðru yola çýkar. Tam Akhisar’a yaklaþýrken sayýlarý beþ yüzü aþkýn, tepeden týrnaða silahlý bir müfrezeyle alayýn öncü gücü karþýlaþýr. Gelenler çeteye benzememektedir: “Giyim kuþam, hareket ve disiplinlerinden bunlarýn çeteci deðil düzenli bir birliði oluþturduðu anlaþýlýyordu.”
At aksýrýklarý içinde, arkalarýnda barut ve tütün kokusu býrakarak ilerleyen kalabalýk, baþlarýna giyip hafifçe kaþlarýnýn üstüne yatýrdýklarý astragan kalpaklarýyla “pek bi afili, pek bi fiyakalý pek de bi heybetliydi hani.” Sýrtlarýnda avcý ceketleri, omuzlarý üstüne çapraz sarýlmýþ fiþeklikler, ayaklarýnda upuzun çizmeler, yeleklerinin altýndan sarkýttýklarý göz kamaþtýran, iþlemeli Çerkes kamalarýyla, tek sýra ilerleyen müfreze yaklaþtýkça tüyleri diken diken olur Nezahet’in. Hemen yanýbaþýnda babasýnýn postasý çavuþ kulaðýna eðilir:
“Kuva’yý Seyyare bunlar! Korkmayýn... Bizden. Allah korusun karþýlarýna çýkacak olanlarý!”
Bütün müfrezenin gözü en önde, doru atýn üstünde dimdik oturmuþ reisin üzerindeydi. Karþýsýndaki askerleri dipten doruða süzen reisi gören ister istemez toparlanýyor, kendine çeki düzen veriyordu o saat.
Savaþ meydanlarý, bastýrýlan onca isyan, ipe çekilen nice hain, yaþlýlarýn dualarý, yetimlerin hýçkýrýklarý, dul kadýnlarýn Allah’a uzanan elleri reisin yüzüne derin çizgiler atmýþ, bakýþlarý set mi sertti. Nezahet’in önüne gelince gözlerini kýza dikti, bakýþlarý yumuþadý. Geniþ omuzlarý, uzun boyu, iri yeþil gözleriyle yaklaþtýkça daha da büyüyen reis, gülümsedi birden:
“Bu küçük kýz da kim?”
Posta hemen öne atýldý; hazýrola geçti:
“Alay komutanýmýz Hafýz Halid Bey’in kýzýdýr efendim.”
“Öyle mi?” Hayretle açýldý gözleri reisin. “Bak küçük, sen çok iyi bir asker olacaksýn olmasýna da çok önemli bir eksiðin var” dedi neden sonra.
“Nedir o?”
“Asker harbe girdiðinde en önemli olan þey silahýdýr.”
“Ýyi ama... Bana göre silah yok ki!”
Reis bir kahkaha attý kýzýn bu açýk sözlülüðü karþýsýnda. Sonra arkasýnda duran adamlarýndan birine hemen bir silah kapýp getirmesini emretti. Gelen silahý küçük Nezahet’e armaðan etti, onu baþýyla selamladý ve atýný mahmuzladý...
Nezahet’in mutluluðu gözlerinden okunuyordu. O artýk gerçek bir askerdi:
“Bana silahý hediye edenin Çerkes Ethem Bey olduðunu daha sonra öðrendim. O zamana kadar hiç böyle küçük bir silah görmemiþtim. Meðer bu Yunanlýlardan alýnan bir filintaymýþ. Çok ama çok sevinmiþtim. Hem de aylarca hasretini çektiði oyuncak bebeðe kavuþan bir çocuk gibi...” (Nezahet Baysel)
Küçük Nezahet 12 yaþýnda, babasýnýn yanýnda cephede, Çerkes Ethem Bey’in armaðaný silahýyla düþmana karþý savaþtý uzun bir süre. Çerkes Ethem Bey, Kuva-yý Seyyare’nin baþýnda, vücudunda 16 kurþun yarasýyla isyancýlara da düþmana da karþý çarpýþtý dur durak bilmeden. Nezahet kahramanlýklarý karþýlýðýnda anasýnýn ak sütü gibi helal olan Ýstiklal Madalyasýný alamadý... Daha doðrusu vermediler; eline bir plaket tutuþturmakla yetindiler. Çerkes Ethem Bey ise onca yiðitliðin hatta Meclisi ve Ankara’yý isyancýlardan kurtarmanýn ödülü olarak sürgüne yollandý... Ürdün’de öldü. Allah rahmet eylesin.