CHP’li prof Gaye Usluer diyor ki, “Seçimle geldik diyen Mursi üç günde gitti...”
Buradan da anlıyoruz ki, CHP’lilerin demokrasi tarifinde “sandık” o kadar da mühim bir yer işgal etmiyor. Hatta, hiç yer işgal etmiyor...
Demokrasi, evet, sadece sandık demek değildir ama “seçimle geldiğini” söyleyip, en azından o makamda bulunuşunun meşruiyetine atıf yapan seçilmiş bir başkanın arkasından “üç günde gitti” diyerek zil takıp oynamak da gerekmiyor.
Demokrasi böyle bir şey de değildir.
Koskoca prof böyle diyecek de, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul milletvekili Umut Oran geri kalacak... Mümkün mü?
Buyurun kendi ağzından dinleyelim: “Mısır’daki gelişmeler çok önemli. Demokrasinin sadece sandıkla olmadığının bir göstergesi. Tüm siyasi kurumlar ders çıkarmalı...”
Güzel, değil mi?
Fakat, Umut Oran, yarattığı “güzelliğin” peşinden gitmiyor. Yani, sözünün arkasında durmuyor.
Mısır’dan “ordu yönetime el koydu” haberi gelince, yazdığı tweeti siliyor ve hemen yenisini sokuyor devreye: “Demokrasi sadece sandık değildir ve darbeler asla kabul edilemez. Çoğulcu, özgür bir ülkede yaşamak herkesin hakkı...”
Bunu o zaman söyleyecektin Umut Oran...
İş işten geçmiş ve “demokrasi sadece sandık değildir” düşüncesi askeri darbeye varmış, sen kalkmış içinde “çoğulculuk”, “özgürlük” geçen hoş ama boş cümleler kuruyorsun.
Hadi Umut Oran hafiften de olsa nedamet getiriyor, “darbeci” demesinler diye yazdığı tweeti siliyor ve “kendince” iz bırakmıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun iz bırakmamak gibi bir derdi de yok.
Bilakis “iz” oluştursun istiyor ve bodoslamadan dalıyor.
Kendisi anlatsın: “Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret sayanların yanıldıklarını görüyoruz. Çoğulculuk denen bir kavram var. Herkesin taleplerine, ülkeyi yönetenlerin kulak kabartması gerekiyor. Taleplere duyarsız kalmak, onları görmezden gelmek, ‘benim oy çokluğum vardır, ben istediğimi yaparım’ demek artık günümüzde geçerli değildir.”
Kemal Bey, belli ki, “çoğunluk-çoğulculuk” meselesine atıf yapıyor.
Elbette, “Benim oy çokluğum vardır, ben istediğimi yaparım” sözü, klasik “tahakküm düşüncesine” işaret eder ve burada demokrasi aramama gerekir.
Peki, “Köprü yapmayacaksın, havaalanı açmayacaksın, enerji santrallerini iptal edeceksin, Kanal İstanbul projesinden vazgeçeceksin, Topçu Kışlası’nı aklından bile geçirmeyeceksin, hemen şu an istifanı verip gideceksin” ültimatomu hangi “çoğulculuk” düşüncesinin ürünüdür?
Demokrasi sandık demek değildir. Tamam...
Demokrasi, “beledi hizmetlerin” mütemadiyen bir azınlık tarafından engellenmesi midir?
Demokrasi sandık demek değildir. Tamam...
Demokrasi, sandıkla gelmiş bir iktidarı sokak nümayişleriyle, askeri darbeyle alaşağı etmeye çalışmak mıdır?
Demokrasi sandık demek değildir. Tamam...
Demokrasi, şartlar olgunlaştığında darbenin meşru hak olduğunu söylemek midir?
Kemal Kılıçdaroğlu, gazeteci Can Dündar’ın, “Şartlar olgunlaştığında darbe meşru hak mıdır?” sorusuna “hayır” diyememiş, mırın kırın ederek zımnen bunun hak olabileceğini belirtmiş bir siyasetçidir.
Kemal Kılıçdaroğlu budur.
Kemal Kılıçdaroğlu, Gezi Parkı nümayişleri sırasında (yani 5 Haziran’da) “Gezi Parkı için referandum yapılsın” demiş, bu açıklamasından bir hafta sonra (yani 13 Haziran’da) “Biz referanduma karşıyız” diyerek, kendisine ait “çark rekorunu” egale etmiş bir siyasetçidir.
Kemal Kılıçdaroğlu budur.
HAMİŞ:
Her yazının sonunda Sırrı Süreyya Önder’den bahis açmak neredeyse farz oldu.
Bir hukuk geliştiremesek de, Sırrı’yla bir dönem arkadaşlık ettim, komşuluk yaptım... Beni incittiğinde (Geçen yıl Ülke TV’deki yayınımıza bağlanıp “din iman” üzerinden dümdüz gitmiş, büyük bir haksızlık yapmıştı) onu aramadım, “Başıma ne işler sardırdın” demedim. Kırıldım. Öfkelendim. Herhangi bir talebim ve açık sitemim olmadığı halde, Sırrı ertesi hafta yayına bağlandı ve “özür” diledi
Bu benim için değerliydi. Hâlâ değerlidir.
Ben de herhangi bir talep ve sitem gelmeden, Sırrı’dan özür dilemek istiyorum.
Siyasal görüşlerini paylaşmıyorum. Gezi Parkı eylemlerindeki tavrını ve üstlendiği rolü (bazıları bu rolü beğenebilir, mümkündür) doğru bulmuyorum. Ve eleştiriyorum. Eleştirilerim bakidir.
Eleştiri yapmakla, “incitmeye çalışmak” farklı şeylerdir takdir edersiniz ki.
İtiraf etmek gerekirse, Sırrı’yı incitmek cehdiyle kalkıştım yazıya ve çok ayıp ettim. Kullandığım bazı nitelemelerden ve ithamlardan dolayı (“iş makinasının altına yatmak”, vs.) içim rahat değil. Ayıp ettim... Ayıp ne kelime, terbiyesizlik ettim.
Bunu kamuoyu önünde faş etmeyi ödev sayıyorum.