CHP ve ‘kuvvetler ayrýlýðý’

Yakýnda yine CHP kurultayý olacak… Parti, bunca seçim yenilgisinin ardýndan kendisini ‘gözden geçirme’ye çalýþacak… Ama bunu daha önceleri de yapmýþtý zaten… Sorun, baþarýlý bir ‘gözden geçirme’nin ne anlama geldiðinde oysa…

CHP, 1950 seçimini kaybettiðinde; kendisine yeni bir yol haritasý çizmeye çalýþmýþtý. Elbette parti, bundan sonra neredeyse hep muhalefette kalacaðýný ne bilebilirdi, ne de tahmin edebilirdi. CHP’nin ümidi, bir sonraki seçimde seçmenlerin yanlýþ yaptýklarýný anlayarak, onu yeniden iktidar yapacaðýna iliþkin güveniydi. Fakat partinin bazý ‘yenilikler’ yapmasý gerektiðinin de farkýna varýlmýþtý elbette… Bütün mesele, ne yapýlmasý gerektiðini adeta ‘keþfetmek’ten geçiyordu. Þimdi 65 yýl öncesine geri dönelim ve CHP’nin ‘yenilikler’ine bir göz atalým…

PARTÝ AYAKTA KALABÝLECEK MÝ?

CHP’nin 1950 seçiminin kaybýndan sonra yaptýðý ilk iþ, son olarak 1947 yýlýnda gerçekleþen kurultayýný toplantýya çaðýrmak oldu. 29 Haziran 1950 tarihinde açýlan sekizinci kurultay, beþ gün sürmüþtü. Bu kurultayda parti, kendince ‘açýk’ gördüðü noktalardan bazýlarýný kapatmaya çalýþtý. Her nedense, yapýlmasý gerektiðini ifade ettiði bazý hususlarý ise, bir sonraki yýl toplanmasýna karar verilen gelecek kurultaya býraktý. Biz de dikkatimizi 1950 kurultayýnda yapýlan deðiþikliklere vereceðiz…

Öncelikli sorun, bütün hayatýný iktidarda geçirmiþ olan CHP’nin muhalefette de var olup olamayacaðý, ayakta kalýp kalamayacaðýydý. Parti, öncelikle kendi seçmenine ‘dimdik ayakta olduðu’ mesajýný vermeye çalýþýyordu. Kurultay sonrasýnda yapýlan açýklamada; CHP’nin “yalnýz iktidarda deðil, muhalefet partisi olarak da, prensip ve gaye birliði ile sapasaðlam bir teþekkül halinde bulunduðunu ve demokrasinin kader ve âkýbetinin baðlý olduðu ve istediði partiler hayatýnýn devamlýlýðýnýn da en kuvvetli bir garantisi” olduðu vurgulanmýþtý.

Ardýndan da iktidara yönelik bir uyarý geliyordu: “Hiç þüphe yok ki; demokratik bir idarenin temeli, kanun hakimiyeti ve partiler hükûmetidir. Þu halde demokratik bir sistemde partilerin tâlii, hareket ve çalýþma tarzlarý, iktidarýn müsamaha ve lütfûna baðlanmýþ deðil; kanunlarýn vermiþ olduðu hakka, müsaadeye ve imkâlara dayanýr. Aksi takdirde demokratik bir idarenin varlýðýndan bahsetmek mümkün deðildir.”

Bu uyarýnýn Demokrat Parti iktidarýnýn daha neredeyse beþinci haftasýnda yapýlmýþ olmasý, o zaman belki de kimsenin dikkatini çekmemiþti. Bu cümleler ve benzerleri; neredeyse on yýl sonra, 27 Mayýs öncesinde çok daha sýk kurulacaktý; ama o sýrada bunu hiç kimse bilemezdi!

‘KUVVETLER AYRIMI’ ÝLKESÝ

Kurultayda parti programýnda ‘küçük’ bir deðiþiklik yapýldý. Evet, görünüþte sadece program deðiþikliði gibiydi; ama meselenin temelinde partinin anayasal yönetim anlayýþýnda temel bir deðiþimi dile getiriyordu. Tâ birinci meclise kadar geri dönecek olursak; TBMM’de Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu (daha sonra kýsaca birinci grup) olarak ortaya çýkan siyasal felsefenin anayasal izdüþümü; o tarihten bu yana hep, kuvvetler birliði yönünde olmuþtu.

Bu felsefeyi ve siyasî geleneði temsil eden, devam ettiren ve nihayet CHP adýný alan siyasal kuruluþ da; hâkimiyeti millîyenin tecellisinin yalnýzca TBMM’de geçekleþeceðini ilân etmiþti. 1924 anayasasý da, esasýnda kuvvetler birliði ilkesinin kayda geçmesi ile sonuçlanmýþtý. Gerek birinci mecliste olsun, gerekse 1924 anayasasý ile oluþan yeni siyasal sistemde olsun; Meclis, hâkimiyetin tek kaynaðý ve söz sahibiydi.

Nitekim, bizzat Atatürk de, Nutuk’ta kuvvetler birliði ilkesinin niçin kuvvetler ayrýlýðý ilkesine göre üstün olduðunu uzun uzun anlatmak ihtiyacýný hissetmiþtir. Rousseau’cu ‘genel irade’ anlayýþýnýn izdüþümü olarak kuvvetler birliði ilkesi, erken cumhuriyet döneminin egemen anlayýþýný oluþturmuþtur.

CHP de, siyasal yaþamda her zaman bu ilkeyi savunmuþtu. Ona göre de, halk egemenliði mecliste tecelli ediyordu. Meclisin iradesinin üzerinde hiçbir baþka güç bulunamazdý, bulunmamalýydý da… Ama bu anlayýþ artýk terk edilmekteydi; çünkü, CHP iktidardan ayrýlmýþtý!

‘FERDÎ HAK VE HÜRRÝYETLER’

Parti programýnýn kuvvetler birliðine yönelik maddesi deðiþtirilmiþti. Artýk “ferdî hak ve hürriyetlerin ancak kuvvetler muvazenesiyle [güçler dengesiyle] garanti altýna alýnacaðý gerçeðine inanan” kurultay iradesiyle, “kuvvetler birliði yerine kuvvetler ayrýlýðý” ilkesi benimsenmiþti! Programýn deðiþen yegane maddesi de bu olmuþtu! Gerçi deðiþtirilmesi gereken baþkaca maddeler olduðu da kurultay sýrasýnda söz konusu edilmiþti; fakat bunlarýn bir sonraki kurultayda ele alýnmasýnýn daha uygun olacaðý sonucuna varýlmýþtý: Aceleye lüzum yoktu yani…

NEDEN 1950?

Neden sadece bu maddenin deðiþtirilmesinde âciliyet görülmüþtü diye soracak olursak eðer; bunun yanýtý aslýnda çok basitti: CHP, iktidardan ayrýlacaðýna pek ihtimal vermediðinden, iktidarda olduðu sürece kuvvetler birliði ilkesini sýký sýkýya muhafaza etmiþti. O kadar ki; tek-parti dönemi sonrasýnda dahi bu anlayýþýndan vazgeçmiþ deðildi. Hatta 1946 yýlý sonrasýnda, ama özellikle de 1950 seçimi öncesinde, özellikle Nihat Erim’in kuvvetler birliðine son verecek bir anayasa deðiþikliðini gündeme getirmesine raðmen, parti bu eðilimi desteklemedi.

Nihat Erim’in birkaç yýl önce yayýnlanan günlüklerinde de okunabileceði gibi; onun bizzat Ýsmet Ýnönü nezdinde yeni bir anayasa yapýmý ve bu yeni anayasanýn da kuvvetler ayrýlýðý ilkesi temelinde gerçekleþmesi yönündeki önerileri ve tavsiyeleri, ne Ýnönü’den ve ne de parti yönetiminden olumlu bir tepki görmüþtü. Aslýnda CHP içinden Faik Ahmet Barutçu da Erim’in görüþlerine yakýn bir konumdaydý. Diðer yandan, meselâ Ali Fuat Baþgil de, zaman zaman kamuoyu önünde kuvvetler birliði ilkesinden vazgeçmenin gerektiðini açýklamaya çalýþýyordu.

Halbuki þimdi CHP muhalefete geçmiþti ve bütün egemenlik yetkisi, kuvvetler birliði ilkesi gereðince, mecliste hâkimiyet kurmuþ olan Demokrat Parti’nin eline kalmýþtý. Zamanýnda bu ihtimal pek de düþünülmemiþ olduðundan; parti, ana rotasýnda olsun, ana siyasal felsefesinde olsun, ‘deðiþim’e karar vermiþti! Bu ‘deðiþim’ kararýna neden olan geliþme; görüldüðü gibi, tamamen siyasî konjonktürün bir sonucuydu; yoksa ideolojik-politik ve felsefî bir tartýþmanýn ardýndan bir güneþ gibi doðduðu pek söylenemezdi doðrusu!