CHP'de kavga gürültü hiç bitmez

Kimilerine göre CHP'li olmak bir ayrıcalıktır. Özellikle 1938-1950 arasında CHP üyesi olmak gerçekten de ayrıcalıktı; örneğin illerdeki parti müfettişleri, valileri emir eri gibi kullanır onlara görev verirdi. Atatürk İzmir'i ziyareti sırasında parti müfettişinin valiye emirler yağdırdığını duyunca çok sinirlenmiş ve müfettişi odadan kovmuştu. Ankara'ya döner dönmez de "rezalet" olarak nitelendirdiği bu olayı hem İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya hem de Başbakan İnönü'ye anlatmış olaya tanık olan Kılıç Ali'ye göre "ikisini de bir güzel haşlamıştı!" Atatürk'ün hastalığı ilerledikçe CHP örgütü işi iyice azıtmış, müfettişler ülkenin dört bir yanını haraca kesmeye başlamış. 

CHP içindeki ilk büyük, hadi kavga demeyelim de, tartışma Atatürk'le İnönü arasında yaşandı. Her şey bir gece sofrada başladı. Atatürk o gece çok neşeliydi. Yemeğin sonlarına doğru, sofraya ilk kez, o da kendi ricasıyla, davet edilen Ekonomi Bakanı Mustafa Şeref Bey'e döndü: 

"Sizin bakanlıkta görev yapan bir sanayi genel müdürü mü ne varmış? Onu nasıl bilirsiniz?" diye sordu. 

"Dürüst, çalışkan ve değerli bir mesai arkadaşım olarak bilirim Paşam."

Atatürk birden kıpkırmızı kesildi, eliyle masaya vurdu ve Mustafa Şeref Bey'i öyle bir azarladı ki: 

"O sizin dürüst ve değerli mesai arkadaşınız var ya, ülke ekonomisi ve sanayiinin gelişmesini engellemekten öte hiçbir işe yaramayan bir adamdır. Ortada 250 bin lira sermayeyle kurduğumuz, bugünse 3-4 milyonluk bir büyüklüğe kavuşmuş bir milli bankamız var. Bu banka geçenlerde bir kağıt fabrikası ruhsatı için bakanlığınıza başvuruyor. Ancak sizin dürüst mesai arkadaşınız bin türlü güçlük çıkarıyor. Ben araştırdım yapılan başvuruda yasalara, yönetmeliklere aykırı bir tek şey yok. Sizin adam ya kötü niyetlidir ya da baskılar altında kalmıştır."

Atatürk'ün "baskılar altında kalmıştır" derken İsmet Paşa'yı hedef aldığını herkes anlamıştı. Katı devletçi politikaların mimarı İsmet Paşa, özel sektörü desteklemek ve geliştirmek için kurulmuş bir bankayı elbette engelleyecekti! 

Atatürk hemen ertesi gece İsmet Paşa'yı yemeğe davet eder. Ancak o, beş on adım ötedeki lojmandan çıkıp yemeğe gelmek için Atatürk'le birlikte bütün davetlileri saatlerce bekletir. Atatürk davetlileri ayakta beklettiği için özellikle hanımlardan, İsmet Paşa adına özürler diliyordu: 

"Efendim geç gelmiş, gelir gelmez de banyolara gitmiş, giyiniyormuş, neredeyse burada olacaktır.."

Sonunda, saat on bire doğru, İsmet Paşa sağına soluna bakmaksızın, suratı asık halde geldi yerine oturdu. Herkes Atatürk'ün kızacağını sanıyordu. O, yumuşak bir sesle hal hatır sordu ama cevap alamadı paşadan. Sonunda davetliler teşekkür ederek ayrılırlarken, Atatürk, İsmet Paşa'ya, "Biraz daha kalmanızı rica ederim" dedi. Ardından da Kılıç Ali'yle Salih Bozok'a, "Hiçbir yere gitmeyin" diye tembih etti. Sonra da yemek salonunun bitişiğindeki küçük odaya girdi İsmet Paşa'yla birlikte. Kılıç Ali anılarında konuşmayı şöyle yazar: 

Atatürk: "Neydi sofradaki afra-tafra paşa hazretleri?! Ne demek istediğinizi açıkça söyleyin bakalım."

İsmet Paşa hükümet işlerinden, bakanı azarlamaktan söz ediyordu ki, Atatürk gene bağırdı: 

"Ha siz hükümetsiniz ben de mühürcü başı, öyle mi? Sen böyle mi anlıyorsun başbakanlığı İsmet efendi! Başbakan demek dokunulmaz demek değildir! Elbette yaptıkları eleştirilecektir." 

Atatürk derin bir soluk aldıktan sonra, "Siz yorulmuşsunuz, sinirleriniz bozulmuş. Size izin veriyorum, yerinize kimi atayacağımı yarın radyodan öğrenirsiniz! Düzeldiğinizde devlet hizmetleri gene sizindir. Hadi güle güle.."

(Yarın: İsmet Paşa yalvarmaya başlar...)