BM Genel Kurulu için New York'tayız ama önce "Mavi Vatan" hazımsızlığını bir konuşalım.
CHP'li Ünal Çeviköz, -Türkiye Cumhuriyeti adına büyükelçilik yapmış biri, CHP'nin dış politikası ondan soruluyor, ola ki bir gün hükümet kursalar dışişleri bakanı yapacakları isim yani- Türkiye'nin Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz'deki deniz politikasını anlatan "Mavi Vatan" doktrini için bakın ne diyor:
"Mavi Vatan'ın tarifine baktığınız zaman egemenlik haklarının ötesinde alanı kapsayan bir kavram. Bu alanı kendi egemenlik alanınız olarak görürseniz, o zaman saldırgan ve yayılmacı bir algı yaratırsınız."
Çeviköz'ün saldırgan ve yayılmacı bulduğu Mavi Vatan Doktrini nedir peki?
2016'dan bu yana sıkça duyuyoruz. Ama tabii ki yeni bir şey değil. Bizim icat ettiğimiz bir şey değil. O halde biraz geriye gidelim; bizim Türkiye'nin muhalefeti değil de Türkiye'ye muhalif siyasetçilerimizin de çok iyi bildiği gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan beri ABD'nin öncüsü olduğu ülkelerin deniz yetkilerini ve yetki alanlarına giren deniz sularında enerji arama ve çıkarma haklarını da tanımlayan bir doktrin. Kıta sahanlığı olarak adlandırılan alanların da ülkelerin bir parçası olduğunu kabul eden bu yaklaşım 1958'de Uluslararası Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesi ile resmileşmiş. Yetki alanlarına peşi sıra karasuları ve münhasır ekonomik bölgeler de dahil olmuş. Yani kıta sahanlığı dışında denizlere kıyısı olan ülkeler kendi aralarında denizlerin kullanımına dair bazı kısıtlamaları çerçeveleyebiliyorlar. Ve bunu anlaşmaya bağlayabiliyorlar. Türkiye'nin Libya ile yaptığı Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması gibi... Yani bugün Karadeniz, Akdeniz ve Ege'de sismik araştırmalar yapan, petrol ve gaz çıkartan gemilerimiz Mavi Vatan'da bayrak dalgalandırıyor.
Mavi Vatan doktrinine neden CHP daha önce bir şey demiyordu da son yıllarda buna kafayı taktı?
Yine hatırlayalım, Türkiye Berat Albayrak'ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olduğu dönemde ciddi bir planlama ile bu alana yatırım yaptı ve sismik araştırma gemileri satın aldı. Denizlerdeki yetki alanlarımıza sahip çıkacağımızın habercisiydi bu adımlar.
Biz buralarda bayrak göstereceğimizi belli edince ve nihayet göstermeye başlayınca yetki alanlarımızı gasp etmeye niyetli, İtalya, İsrail, Yunanistan, Fransa gibi ülkelerden önce Türkiye'ye muhalif siyasetçilerimiz konuşmaya başladı.
"Doğu Akdeniz'de ne işimiz var?" repliğini hatırladınız, CHP Genel Başkanı'nın dinleme değil de söyleme listesinde bir ara ilk beşteydi.
CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, -irapta mahalli olmayıp böyle fahiş laflar ederek satırlarımızı zaid edenlerden- Türkiye'nin Kıbrıs açıklarında petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri hakkında "Bir kova petrol bulamadık" diyerek TBMM'ye soru önergesi vermişti. Yunan basını da bundan pek memnun olmuştu.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu da "Dostlarımızla birlikte iktidar olacağız" parçasını çaldığı bir konuşmasında, "Dış politika 180 derece değişecek, hiç kimseyle kavga etmeyeceğiz." diyordu.
Muhalefet adına konuşanları sessize almak belki de en doğrusu, cevap vermek için kelime sarf etmek, enerji harcamak ziyan ancak dış politika çok önemli. Çünkü muhalefet partilerimizin bu alandaki performansları ve söylemleri Türkiye'ye muhalif bir duruş arz ediyor.
Bu sayede de dışarıdan destek görüyorlar. Bir CHP'li konuştu mu Batı başkentleri memnuniyet duyuyor, 'fondaş medyaları' pohpohluyor.
Türkiye'ye düşman ne kadar unsur varsa 'millet ittifakı' bileşenleriyle dost geçiniyor.
Dün "Yeni Osmanlıcı bunlar" diyerek Türkiye'ye muhalefette dışarıyla ağız birliği yapıyorlardı bugün "Mavi Vatan Doktrini saldırgan ve yayılmacı" diyerek.
Türkiye'nin bayrak gösterebildiği her yerde karşısında evvela CHP'li siyasetçiler dikiliyor.
Sizce de bunda bir tuhaflık yok mu?