CHP’nin neden iktidar olmadığının resmidir

17 Aralık daha olmamıştı ama Zaman gazetesi dershanelerin dönüşümüne çoktan “darbe” demiş ve böyle diyerek de olacak olanlara dair bir erken sinyal - meğer- vermiş idi. Demek ki bundan iki ay kadar öncesi. Bir CHP milletvekiliyle memleket sorunları ve siyaset üzerine konuşuyoruz.

Özel bir sohbet olduğu için adını yazmayacağım.

Ama söyledikleri bu ülkede siyasetin ne diye bunca nevi şahsına münhasır olduğunu da, muhalefet sorununun neden en mühim sorunlarımızın başında geldiğini de açıkladığı için aynen aktaracağım. Aktaracağım cümleler bir CHP milletvekilinin ağzından çıkmış olsa da daha genel bir zihniyet sorununa işaret ediyor ve ne yazık ki bu zihniyet, sadece ülke siyasetinde çok önemli bir işlevi olan ana muhalefet partisini zehirlemekle kalmıyor, bütün bir ülkeyi ve siyasi alanı da kilitliyor.

Zira sorun çözme müessesesi olan siyaset, bu anlayış, bu kibir ve kolaycılık nedeniyle bir araç olmaktan çıkıp amaç halini alıyor ve giderek sadece kendi varlığını ve pozisyonunu korumaya yöneliyor, kendi tabanını da siyasi fikri felce uğratıyor. Olan yine bir uzvu kasten sakatlanmış bu vücutla ayağa kalkmaya, dengede durmaya ve nihayet koşmaya çalışan Türkiye’ye yani hepimize oluyor.

Bir gün bir CHP’li ile...

Gündemdeki meseleler üzerine genel bir değerlendirme yaptık. Hemen her meseleyle ilgili iktidarı eleştirdi -doğal olarak. Ama eleştirileri kitabın ortasından değildi. Genel geçerdi. Ezbereydi. Anakronikti. Muhtemelen aynı cümleleri on yıl önce de kurmuştu, bıraksanız on yıl sonra da kurabilirdi ve fena olan şuydu ki, bu donuk zihniyetle bir on yıl sonra da CHP’den milletvekili olabilirdi.

Durmadım sordum.

“İyi ama” dedim, “parti olarak siz bu konuda ne öneriyorsunuz?”

“Bizim bir şey önermemize gerek yok” dedi.

“Fakat” dedim, “siz ana muhalefet partisisiniz. Teorik ve pratik olarak iktidara en yakın partisiniz ve bu ülkede böyle sorunlar var. Çözmek lazım”.

“İyi ya işte” dedi, “çözsün AKP”.

Hayretler içinde olsam da yılmıyordum.

“Lakin” dedim, “AK Parti çözerse siz iktidara hiç gelemezsiniz. İktidara geldiğinizde ne yapacağınızı halka şimdiden anlatmalısınız ki insanlar da değerlendirmeye alsın.”

Cevap, Deniz Baykal’ın kulağında coşkulu bir askeri bando etkisi, Fethullah Gülen’in göğe açılmış avuçlarında bin ocağa düşmüş ateş sıcaklığı yaratabilecek cinstendi:

“Bizim iktidara gelmemize gerek yok ki” dedi, “Tayyip nasıl giderse gitsin AKP’nin başından ya da parti bölünsün, içinden merkeze yakın, ılımlı uyumlu bir parti çıksın, onlar gelsinler iktidara, yapsınlar işte bu işleri de. CHP niye uğraşsın ki bu işlerle.”

Halk CHP’yi niye seçsin?

Bu işler dediği, bu ülkenin çocuklarının doğrudan hayatlarını ilgilendiriyordu, hayat-memat meselesi yani. Güvenliğimizi, huzurumuzu, eğitimimizi, gelirimizi, topyekun yaşam standartlarımızı içeriyordu. Ve o, resmi değil samimi görüşünü ifade ediyordu. Yerleşik CHP zihniyeti tam da buydu çünkü. CHP’nin neden iktidar olmadığının, olamadığının açık seçik ifadesiydi. CHP iktidar olmuyordu çünkü olmak istemiyordu. Meydanlarda, kürsülerde -iktidar olmak istiyor-muş, bu halkı tanıyor ve seviyor-muş, hangi sorun nasıl çözülür biliyor-muş gibi yapıyordu ama buna kendisi de inanmıyordu.

Kişinin kendisinin inanmadığı bir meselede bir duyguyu, inancı ya da heyecanı karşısındakine geçirmesi imkansızdır. İnsan ilişkilerinde geçerli olan bu kural, kurumsal bir yapının kitleyle olan ilişkilerinde de işler. Çünkü siyaset en nihayetinde bir söylem-eylem, inanç-icraat işidir.

Eh kimse de kendisinin, ailesinin, sevdiklerinin geleceğini onları sevmeyen, değer vermeyen, bilakis tiksinen, hor gören birine ya da bir partiye bırakacak değildir. Kimin indinde kendini değerli ve güvenli hissederse, rahat ederse yoluna onunla devam edecektir.

İnsanın biricikliğini ve insanın özünün gürlüğünü, insan iradesinin ve öz saygısının varlığını hiçe sayan ve elbette siyaset dışı sanan her zaman kaybeder. Hep kaybetmiştir.