CIA aparatlarının Maduro sancısı bitmedi

Değişmedi. Venezuela’da olup-bitenler “ayniyle” devam ediyor. Ülke, Bolton’un yönettiği bir darbe girişimini daha atlattı. 

Bizim yerli mallarda acayip bir “değişim” var ama... 

Eskiden, “Ne Maduro, ne darbe” diyerek, Madurosuzluğun bir darbeyle de mümkün olabileceğine zımnen yeşil ışık yakıyorlardı. Şimdi de şu türden argümanlara sarıldılar: “Sudan’daki darbeye ses etmediysek, Venezuela’daki darbeye de ses etmeyelim...”

Sudan devlet başkanının darbeyle geldiği malum... 

Maduro hangi darbeyle geldi acaba? 

Madem hiçbir şey değişmedi... Darbe denemeleri ve bizim entelijansiyanın “darbe destekçiliği” devam edecek, biz de haklarındaki “hükmümüzü” tekrarlayalım: 

Türk sol entelijansiyasının ve İslamcı mahallede yer tutmuş “liberal-modernist kırmaları”nın hangi istihbarat servisi tarafından güdüldüklerini anlamak için, bir “darbe girişimine” ihtiyacımız varmış.  

Biliyorduk zaten...  

İyice anlamış olduk.  

Konu ne?  

Konu, Venezuela devlet başkanı Maduro. 

Daha önce, yine bu köşede teferruata dökmüştüm ama hatırlatmakta beis yok:  

Maduro’nun ne kadar kötü, ne kadar başarısız, kendi halkına zulmetme konusunda ne kadar cevval bir siyasetçi olduğuna ilişkin Batı basınında yüzlerce, binlerce, hatta on binlerce makale/haber bulabilirsiniz. Artık “yerli ve solcu” matbuatımızda da çıkıyor bu nevi haberler. Bize yıllarca emperyalist Amerika’nın kötülüklerini sayıp gökmüş antiemperyalist solcularımız, Trump’ın uzaktan kumanda darbesine alkış tutuyor.  

Niye?  

Başkan Erdoğan’a ve elbette Türkiye’ye yönelik “olası” eylemlere (darbe girişimine) meşruiyet üretmek...  

İlginçtir, AK Parti arazisi üzerine gecekondu dikmeye uğraşırken “suçüstü” yakalananların medyasından da acayip destek görüyorlar.  

Neredeyse hepsinin portföyünde aynı cümle var: “Maduro sana söylüyorum, Erdoğan sen anla...” 

Nedir o halde? 

Neden Maduro “istenmeyen adam” haline geldi ve ABD’nin uzaktan kumanda darbesine maruz kaldı?  

İslamcı mahallede yer tutmuş liberal-modernist kırmalarına soracak olursanız, “Ülkesini kötü yönettiği için” cevabını vereceklerdir. Ülkesini kötü yönetmek, başkalarına darbe yapma hakkı veriyormuş gibi... Ama “acımasız ambargolardan” hiç söz etmeyeceklerdir.  

Fakat işin bir de “Maduro halkına zulmediyor, despot, diktatör” boyutu var.  

Ki, şu sıralarda en çok bu iddia prim yapıyor.  

Öyle miymiş? Bakalım...  

Bakıyoruz ama Maduro’nun hangi aparatlarla ve yöntemlerle halkına zulmettiğini, ne tür bir hasar oluşturduğunu göremiyoruz.  

İddia sahiplerinin tek kaynağı “Batı basını...”  

Batı basınında çok sayıda “zulüm/diktatör” haberi çıkıyor ama bu haberler genellikle “ismini vermek istemeyen yetkililere ve görgü tanıklarının ifadelerine” dayandırılıyor. “5N1K kuralı” işlemiyor sizin anlayacağınız. Ortada “şeytanlaştırılacak” bir denek varsa, bu kural pek işletilmez.   

Biz bu “ismini vermek istemeyen yetkilileri” ve “görgü tanıklarını”, Maduro haberlerinden önce de tanıyorduk.  

Hiç yabancımız değiller.  

Biraz deşelediğinizde, altından mutlaka bir gizli servis manipülasyonu çıkacaktır.  

Peki, insanlığa “değerler” armağan etmiş ve başkalarını bu değerlerle sınava tabi tutan (mesela bizlere “demokrasi” hocalığı yapan) Batı dünyasının/basınının Venezuela’ya ilgisi asparagas zulüm haberleriyle mi sınırlı? 

Hayır.  

Darbe girişimine de “açıkça” ve “utanmadan” destek veriyorlar.  

Dört bin kişinin katili Sisi’nin altına kırmızı halı sermişlerdi. 7 milyar dolarlık anlaşma, o katilin bütün günahlarını affettirmişti. Elbette, milyarlarca dolar getirisi olacak yeni darbeyi de ellerini ovuşturarak bekleyecekler.  

Halkına zulmetmekle maruf Maduro, geçen iki sene önce bir darbe tehlikesi atlatmıştı. Darbeye liderlik eden Oscar Perez, bir baskında öldürülmüştü.   

Batı basını, bunun muvazaalı bir darbe olduğunu yazdı.   

Daha doğrusu, ismini vermek istemeyen yetkililerin ve kimliği meşkuk görgü tanıklarının ifadelerine dayandırarak, Maduro’nun bu darbeyi muhalifleri sindirmek için kullandığını ileri sürdü.   

Ne kadar tanıdık, değil mi?   

Demek ki “kontrollü darbe”, ülkemize mahsus bir şey değilmiş. “Evrensel” bir buluşmuş...