Çirkin müdür, çirkin akademisyen

İngilizce yayın yapan gazetenin müdürü, eleştirilerime “hakaretle” cevap vermiş. Benim sadece dilim değil, beynim de kekeçmiş... Bu arkadaşa söyleyecek bir sözüm yok. Haddizatında tahkir dilini benimsemiş ve bunu din iddiasıyla yan yana getiren kişilere söyleyecek bir söz yok. Benim yok en azından.

Bu gazete, bir süredir, “Diktatör Erdoğan” tezini işliyor.

Bunu yabancılara okutuyor.

Belli ki “demokratik endişelerle” kalkışıyorlar habere...

Bu demokrasi düşkünlüğü, neden bir parçası oldukları yapıyı ve oradaki kapalı devre hiyerarşik ilişkileri sorgulamayı icbar ettirmiyor? Hani açıklıktan ve şeffaflıktan yanaydık?

Bunun cevabını, sağa sola şarlamayı alışkanlık haline getirmiş çirkin üsluplu müdür verecek.

Bir de, çirkin üsluplu akademisyen var

Hani, “Başbakan’ın ölmesini” dileyen entelektüel-münevver yazar.

Bu arkadaşımız da durmuyor...

Durduramıyoruz...

Tevrat’tan naklettiği “hikâye”den sonra, hemen bir “hırsızlar, arsızlar” yazısı yetiştirdi.

Bir mizah yazısı...

Daha doğrusu, “Mizah yapıyoruz canım, ne var ki bunda?” diye kılıflanabilecek “esneklikte” (!) bir yazı.

Bu yazar, bir üniversite hocası üstelik.

Ulusalcı-Kemalist çevrelerin tamah ettiği “yandaş” sözcüğünü çok sık kullanıyor, her daim ayıplanacak bu cürümü işliyor, “Niçin bu ayıp işe tevessül ediyorum?” diye sormuyor. Düne kadar aynı sözcükle suçlandığını/aşağılandığını da unutmuş görünüyor.

Mizah yapıyor, evet.

Mizah yapıyor ama acayip de öfkeli...

Diyesi imiş ki yandaş medya patronu, “Bulun bir şeyler, ipliklerini pazara çıkarın şunların; sokağa çıkamaz hale getirin.”

Bizim “sıkıntılı” yandaş da günlüğüne şunları dercediyor: “Yahu defter, bizim patron da bir tuhaf adam ha!.. Kardeşim, herif gözünü karartmış, çalmış çırpmış vesaire; ne demeye bunları arkalarsın be; bırak kanun ne diyorsa o olsun. (...) Birkaç aydan beri hiç tadımız kalmadı. Hep inanmadığım şeyler yazıyor fakat işin tuhafı bir süre sonra yazdıklarıma ben de inanmaya başlıyorum ama sadece ben değil, diğer yandaş arkadaşlar da aynı durumda; mecburuz günlük, anla artık.”

Sinik ve öfkeli münevverimiz mizah yapıyor ama hükmünü vermiş çoktan: “Çalmışlar çırpmışlar...”

Nerden biliyorsun?

Çaldıklarını çırptıklarını nerden biliyorsun?

Madem “kanun ne diyorsa o olacak”, bırak hükmünü kanun versin.

Sen nerden biliyorsun?

Sadece çalıp çırpmışlar mı?

Hayır...

Bir de “tamahkârlar, görgüsüzler, arsızlar...”

Bu akademisyene birçok şey söylenebilir ama ben bir tek şey söylemek istiyorum: “Sana yazıklar olsun hoca...” 

HAMİŞ:

Başbakan’ın gazetecilerle yaptığı toplantı da, bu satırların yazarı da hazır bulunuyordu. Ne konuşulduğu, Başbakan’a hangi soruların yöneltildiği, Başbakan’ın mukabelen ne söylediği tafsilatıyla yazıldı.

Hüseyin Gülerce Bey’in (ki, kendisini sever ve sayarım, samimiyetle bir kavgayı önlemeye çalışıyor) “endişe” sadedinde dile getirdiği konular konuşulmadı.

Cemaate yönelik bir operasyon yok. Böyle bir izlenim edinmedim.

Bu işin hukuki zemini de yok.

Kaldı ki, Başbakan “cemaat” sözcüğünün uluorta kullanılmasından rahatsız. Bunu sürekli vurguladı.

Şekvacı olduğu konu, devlet içine sızmış kadroların, siyaset kurumunu zor durumda bırakacak birtakım “uygulamaları...” (TIR hadisesinde olduğu gibi...)

Bu unsurlarla savaşacaklarını ve bunda da kararlı olduklarını söyledi.

Hepsi budur.