Çirkin müdür iyice ağzını bozdu!

Rehinelerin kurtarılmasını, “Allah bir aciz kulunu sevindirmeyi murat ederse önce eşeğini kaybettirir sonra buldururmuş” sözüyle açıklayan bir genel yayın yönetmeni vardı hani...

İki gün önce bu köşeye konuk olmuştu...

Muhterem, sosyal medya üzerinden, (kendi ifadesiyle) bu “hikmetli sözü” başka taraflara çekenlere verip veriştirmiş... Hem de çok çirkin, çok bayağı bir üslupla...

Bu satırların yazarı için de “salak” demiş.

Hemen vakit geçirmeden, sarf ettiği bu çirkin sözü “aynen” kendisine iade ediyorum.

Hoşgörü, diyalog, empati...

Sonra da salak...

Hakikaten aferin!

Sen hükümetin milleti “haybeden” (üslup güzelliğine bakar mısınız?) sevindirmek için önce konsolosluk görevlilerini teröriste rehin bıraktığını, sonra da “şu ya da bu şekilde” kurtardığını yazacaksın, bu tespitini içinde “eşek” geçen hikmetli sözle tahkim edeceksin, “Olmuş mu muhterem? Bu benzetme olmuş mu? Durumu açıklayacak başka hikmetli söz bulamadın mı?” diyenlere de, hoşgörü standartlarına (!) uygun küfürlerle karşılık vereceksin.

Bir kez daha soralım:

Olmuş mu?

Hadi maksadın, rehineleri o dört ayaklı sevimli hayvana benzetmek değildi diyelim...

Diyelim ki teşbihin dozunu kaçırdın ve istemeden yanlış anlamalara mahal bıraktın...

Hadi böyle dil sürçmeleri olur diyelim ve üzerinde durmayalım...

Peki, hükümetin vatandaşlarını bile isteye teröriste rehin bıraktığına ilişkin kanıtın nedir?

Muhtemeldir ki, elinizde dünyanın tapesi ve dinleme kaydı var...

Hangi tapeye ya da kayda göre bu öngörüde bulunuyorsun?

Ne şekilde kurtarılmışlar? “Şu ya da bu şekilde” diye istihfafla karşıladığına göre, kurtarma ameliyesine ilişkin itirazların var. Ne şekilde kurtarılmalıydılar? Terörist grupla hükümet arasında danışıklı dövüş bulunduğunu mu anlatmaya çalışıyorsun? İstihfafın nedeni bu mu? Neden açık konuşmuyorsun?

Madem kendi ayağınla geldin, eski bir cürümünü hatırlatıp, öyle devam edeyim.

Bir mesajında, “sadece dilimin değil, beynimin de kekeç olduğunu” buyurmuştun.

Herkes hakkında bir sürü şey buyuruyorsun.

Belli ki “tahkir sanatını” konuşturmayı çok seviyorsun.

Bu hakaretine mukabil şunları yazmıştım (6 Ocak 2014 tarihli yazımdan aynen iktibas ediyorum):

İngilizce yayın yapan gazetenin müdürü, eleştirilerime “hakaretle”cevap vermiş. Bu arkadaşa söyleyecek bir sözüm yok. Haddizatında tahkir dilini benimsemiş ve bunu “din” iddiasıyla yan yana getiren kişilere söyleyecek bir söz yok. Benim yok
en azından.

Bu gazete, bir süredir, “Diktatör Erdoğan” tezini işliyor.

Bunu yabancılara okutuyor.

Belli ki “demokratik endişelerle” kalkışıyorlar habere...

Bu demokrasi düşkünlüğü, neden bir parçası oldukları yapıyı ve oradaki kapalı devre hiyerarşik ilişkileri sorgulamayı icbar ettirmiyor?

Neden?

Demokrasiyi çok seven ve neredeyse “demokrasi”siz cümle kuramayan bu arkadaşlar, mensubu oldukları dikey hiyerarşik yapılanmayla demokrasi düşüncesini nasıl telif ediyorlar?

Daha doğrusu, edebiliyorlar mı?

Bu sorulara cevap alamayacağımı biliyorum...

Muhtemeldi ki yine “salak, aptal, beyni kekeç” gibi karşılıklar gelecek...

Gelsin...

Ben sorularımı sorup denize atayım da...