‘Çizme’nin dibini gördük

Roma, Floransa, Napoli, Milano... İtalya denince akla gelen şehirler bunlar. Gelin biz ‘öteki İtalya’yı gezelim; Batı Roma İmparatorluğu’nun başkenti Ravenna’yı, tarih kokan Forlimpopoli’yi, Adriyatik Denizi’ne 15 kilometre uzaklıktaki Cesena’yı... Ama önce bir ailenin Paskalya sofrasına konuk olalım.

Yıllar önce bir film izlemiştim. Billy Crystal’ın başrolünde oynadığı filmin (Meraklısı için: Mr. Saturday Night) açılış sahnesini hiç unutmadım. Kocaman bir İtalyan ailesi için akşam yemeği hazırlanıyor. Sadece hızla çalışan kollar var ekranda. Kadınlar hummalı bir çalışma içinde. Makarna hamuru açılıyor, sebze doğranıyor, tavuk dolduruluyor... Bu iştah açıcı sahneden sonra şunu hayal edin: Gömleklerin yakaları açılmış, yanaklar pespembe, herkes sandalyelerine yayılmış ve sofra savaş alanı gibi!

ASLOLAN YEMEK VE EĞLENMEK

Şimdi gelelim başka bir sahneye. Bu bir film sahnesi değil. Tamamen gerçek, birebir yaşanmış ve keyifle anımsanan bir sahne. Başrolde yine bir İtalyan ailesi var. Konukları ise ben. Paskalya haftasındayız, bir heyecan, bir telaş. İtalyanların şöyle bir lafı var: “Natale con i tuoi, Pasqua con chi vuoi” diyorlar, yani “Noel’i aileyle geçirin, Paskalya’yı ise kiminle isterseniz onunla.” Paskalya’da aslolan eğlenmek. Mide fesadı geçirmek normal çünkü Hıristiyanlık aleminin bu en eski ve en önemli bayramı uzun süren bir oruç döneminden sonra kutlanıyor. Bizim Ramazan’dan sonra tüm beslenme önerilerini yok sayıp bir sofradan diğerine geçmemiz gibi onlar da renkli sofralarda buluşuyorlar. (Bu yıl Katolik, Protestan ve Anglikanlar Paskalya’yı 8 Nisan’da, Ortodokslar ise 15’inde kutladı.)

Giancy’nin büyük bir ailesi var. Beş kardeşler. İlk gün en büyük abla Lidia’ya davetliyiz. Sevgililer, eski eşler, torunlar, yeğenler, kısaca bütün aile orada. Ailenin bütün kadınları elele vermiş, muhteşem bir sofra hazırlamış. Elbette yemek ev yapımı makarnayla başlıyor. “Cappelletti con quattro formaggio” çorba çanağındaki bol sulu İtalyan mantısının adı. Ricotta, parmiggiano, crescenza ve pecorino peynirlerinin karışımıyla doldurulmuş, et suyunda pişirilmiş. Sırada diğer yemekler var: Soğuk etler, “fritto bianco” (irmik, yumurta, anason ve sütle hazırlanıp kızartılan hafif tatlı hamurişi), körpe enginar ve kuşkonmazlar, sebze kızartmaları... Tatlı olarak da çikolata soslu mascarpone peyniri, çilek ve panna cotta var.

ISRAR KONUSUNDA BİZİM GİBİLER

Israr konusunda bizden pek farklı değiller. “Bundan da al lütfen”, “Ah bak bunu tatmadın” derken zavallı midem isyanda. Saat 4, biz hala sofradayız. Pantolonumun düğmesini açmak biraz rahatlatsa da yok hayır artık sandalye tepesinde oturamayacağım. Oysa herkesin keyfi yerinde, tartışmalar, sohbet, kahkahalar gırla. Hadi eve gidelim dercesine, yalvaran gözlerle bakıyor olmam Giancy’yi pek ilgilendirmiyor. Ne gitmesi daha akşam yemeği yiyeceğiz. Ne akşam yemeği mi? Daha ne yemeği yiyeceğiz? Gülüyor, evet akşam yemeği! Yok hayır mümkün değil ben bir lokma daha yiyemem. Neyse ki büyük abi ve kızı ayrılıyor, beni eve bırakabilirler. Oh çok şükür!

Ertesi gün ise Malva’ya davetliyiz. Malva ailenin küçük kızı. Anneleriyle birlikte Giancy’nin oturduğu binada yaşıyor. Bu sefer “strozzapreti con pancetta” ile başlıyoruz yemeğe. Yörede yılbaşı ve Paskalya sofralarında sunulan bir tür makarna bu. Eskiden fakir ailelerin sofralarında bulunurmuş. Yumurtasız yoğrulan hamur, şeritler halinde kesilip elde yuvarlanıyor. Et olarak rosto var mönüde. Et yemeğin ayrılmaz bir parçası ise de başrol oyuncusu her zaman makarna. Makarnaya aşkla bağlı İtalyanlar. Rostonun yanında fırında patates, biberiyeli ızgara patlıcan, karnabahar salatası, ızgara edilmiş biberler, ızgarada pişmiş rezene kökü, zeytinyağı, sarımsak ve galeta unuyla soslandıktan sonra parmesanla fırınlanan enginar var. Tam benlik yani! Tatlı, kahve ve dilimlenip sunulan paskalya ekmeği “pandolce di pasqua” ile yemek sona eriyor. Sofrada en az üç saat kalmış olmalıyız. Zavallı midem, başına bunların geleceğini bilemezdi ki. Ben de! Ama midemin aksine çok mutluyum. Muhteşem bir aile buluşmasının parçası olmak kaç kere kısmet olur ki insana...

Adriyatik kıyısında tarihi bir kent

İTALYA’NIN en önde gelen turizm merkezi olmasa da Cesena’da olmayı çok sevdim. Cesena, Adriyatik Denizi’ne 15 kilometre uzaklıkta, Emilia-Romagna bölgesinin önemli kentlerinden. Milattan önce 3’üncü yüzyılda Romalılar tarafından işgal edildikten sonra önemi iyice artan Cesena, bugün emekli kenti gibi. Yolda yürürken bisiklet kulanan 70’lik kadın ve erkekleri görmek nasıl keyif veriyor anlatamam. Zihnimde en çok yer eden yer Santa Maria del Monte Manastırı. Hissettirdiği huzuru bu satırlara taşıyabilmek ne zor. Uyuyan bir bebeğin yüzündeki huzur ifadesi gibi desem...

İstanbul’u gören Ravenna’yı da görsün

402 yılından çöktüğü 476 yılına kadar Batı Roma İmparatorluğu’na başkentlik eden Ravenna’ya Cesena’dan günübirlik gidip döndüm. Ravenna ile İstanbul’un ortak yanı tarih sahnesinden çekilmesiyle İstanbul’un Roma dünyasının tek başkenti olması. Sırf bu yüzden bile kenti görmek gerek. UNESCO Kültür Mirası listesinde olan Ravenna, edebiyatçıları da kendine çeken gururlu ama yorgun bir başkent. Dünya kültür mirası listesine giren erken dönem Hıristiyanlık eserlerini mutlaka görmeli. Özellikle 10’uncu yüzyılda inşa edilen St. Francis Bazilikası.

Romagna’nın balkonu

Bertinoro’ya “Romagna’nın balkonu” deniyor. Tepede olduğu için vadideki tüm yerleşim yerlerini rahatça görebiliyorsunuz buradan. Bertinoro’da en sevdiğim şey tarihi kent duvarlarının ilerisindeki açık hava galerisi oldu. Yöre ressamlarının yaptığı tablolar camekanlar içinde, açık havada sergileniyordu. Güzel bir bahar günüydü ve mimozalar açmıştı ve ben kendimi kuşlar gibi özgür hissediyordum!

Film seti gibi kasaba

Santarcangelo di Romagna, nüfusu 20 bin kadar olan ufak yerleşim yeri. Uso ve Marecchia nehirlerinin arasında. Özellikle 1971’den beri düzenlenen Uluslararası Tiyatro Festivali ile tanınan kasaba bende birkaç ay olsun yaşama arzusu uyandırdı. Kiremit duvarlı, yüksek tavanlı evlerden birinde, üzüm bağlarına ve şeftali bahçelerine bakan bir mahallede olsun isterdim evim. Sıcaklığını kaybetmemiş ender yerlerden.

Adı bile tarih kokuyor

Paleolitik dönemden beri yerleşim yeri imiş Forlimpopoli. Tarihine çok girmeyeyim ancak kent meydanında 16’ncı yüzyıldan kalma, çok iyi korunmuş bir kalesi olduğunu söyleyeyim. Güneşli bir günde ziyaret ederseniz meydanda, hemen saat kulesinin altındaki kafede oturup bir kahve içebilirsiniz. Kasabalının gündelik telaşına ortak olmak için...